40.BÖLÜM

122 38 19
                                    

(Bölüm Şarkısı/1: Kanye West - Famous)

Pazartesi sabahı okuldan içeri girdiğimde o eski, güçlü imajımı yansıtarak ve düşüncelerim arasında kaybolarak dalgınca amfiye yürüdüm. Amfiden içeri girince sanki herkes bana bakıyormuş gibi, hissettim ve başımı kaldırıp ben de etrafa baktım. Evet, gerçekten de herkes bana bakıyordu. Garipti. Çünkü evden çıktığımdan beri, okuldan gördüğüm ve karşılaştığım herkes, bana bakıyordu. Tanrım! Bu insanların sorunları neydi?

Rahatsız olsam da çaktırmadan kendimi süzdüm. Makyajım ve takılarım gayet yerindeydi, bence. Keza yeni manikür yaptırdığım ojeli tırnaklarım da. Aynı şekilde üzerimde öyleydi. Neon yeşili, mini, deri eteğim, üstüne aynı renk crop, yine aynı renk ceketim ve neon sarısı sandaletlerim fazlasıyla uyumluydum. Salık bıraktığım saçlarıma yerleştirdiğim, sandaletlerimle aynı renk olan baker boy yazlık külah şapkamı da unutmamak lazımdı. Dış görünüşümle gayet de bendim işte. Neye bakıyorlardı, o halde? Göz devirip boş bir sıraya yerleştim.

"Günaydın." Hilde, yanıma oturduğunda cevap vermeyip başımı cama çevirdim. "1 hafta oldu, Mahur. Daha ne kadar sürecek bu suskunluk oyunu?" Öfkeyle ona döndüm.

"Onu size sormak lazım. Sonuç- Tanrım! Neden herkes buraya bakıyor?" Gözlerimi kısıp insanlara baktım.

"Şey..." Diyip, kem küm etmeye başladı.

"Ney?"

"Biri, sizin... Yani senin ve Jonas'ın geçen haftalarda basketbol sahasında öpüşürken fotoğrafınızı çekip okulun dedikodu sayfasında yayımlamış. Bir şekilde, bu basına sızmış ve şu 1 haftadır magazin gündemi sizinle çalkalanıyor." Hilde'nin söylediklerine karşın kal gelmiş gibi birkaç saniye öylece kaldım. Elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırdım. "Ama merak etme. Jonas, bu durumla ilgileniyor." Sadece, 1 hafta kendimi dış dünyaya kapatmıştım ama çalkantılı hayatımla gündem de kalmayı başarmıştım. Ayrıca Jonas'ın davranış biçimine şaşırmamıştım. Çünkü işin içinde Jonas ve onun, o sarsılmaz sinir bozucu otoritesi vardı...

Hızla çantamdan telefonumu çıkardım. Google'a girip rastgele bir Türk sayfası açtığımda yazılanlara göz gezdirirken sabahları canlı magazin yorumculuğu yapan yayınlardan birine denk geldim. Sayfaya tıkladım ve açılan ekranla söylenenleri dinlerken şaşkınlıktan küçük dilimi yutmak üzereydim. Tanrım! Türkiye'de bile haber çoktan gündeme düşmüştü.

"Türk cemiyetinin tanınmış ailelerinden biri olan Taşkın ailesinin en büyük kızı, 22 yaşındaki Mahur Safir Taşkın ve yine kendisi gibi, Norveç cemiyetinin tanınmış ailelerinden biri olan Keyserler'in varisi 29 yaşındaki Isak Jonas Keyser ile görüntülendi. İkilinin samimi tavırları gözlerden kaçmadı. Bunu fotoğrafta da görüyoruz. (Gülüşmeler) Çifte yakın bir kaynaktan edinilen bilgiye göre; uzun süredir birliktelermiş ve ciddi düşünüyorlarmış. İki taraftan da henüz bu konu da bir açıklama gelmese de güzel haberlerini bekliyoruz. Bizce çok yakışan bu çifti tebrik ediyor, mutluluklar diliyoruz. Ve sıradaki haberimize geçiyoruz..."

Neden ailelerimizin kimlikleriyle anılıyorduk? Neden biz olarak anılmıyorduk? Bahsedilen o cemiyet hayatı, parıltılı yaşamlar ve başarılar bize ait değildi ki. Ailelerimize aitti. Gerçekten anlamıyordum. İnsanlar tarafından bize bir şeyler atfediliyordu ve bizler, istesek de istemesek de o atfedilen şeylere bürünüp birer gruba dahil oluyorduk. Hatta, dahil olduğumuz gruba ayak uydurmak zorunda bırakılıyorduk. Bir nevi, başkaları tarafından kim olduğumuz belirleniyordu. Neredeydi benim yaşam özgürlüğüm? Neredeydi benim kim olduğum? Biz, neden kendi kimliğimizle var olamıyorduk? Biz neden kendimiz olamıyorduk? Biz, neden kendi hayatımızı belirleyemiyorduk? İlla, birilerinin atfettiği kimliklerde benimsemediğimiz ve zorunda bırakıldığımız hayatları mı yaşamak zorundaydık?

BİRSAM | YARI TEXTİNGWhere stories live. Discover now