Bölüm 9

8.9K 452 57
                                    

gözlerim tonlarca yük varmışçasına zar zor açılırken beyaz bir tavanla karşılaştım. neredeydim ben? ne olmuştu? buran ve ege her şeyi bir çırpıda söylemişti de ben bunu hissedip onlara gerek kalmadan kalp kriziyle ölmüş müydüm? küçük iblis iyi miydi? ben iyi miydim? Uluay neredeydi? onun bu gün konseri vardı. ben o konseri kaçırmış mıydım? ah, aklıma gelen en kötü senaryo kesinlikle bu olurdu ve bunun olmaması için doğrulup bakınmam gerekiyordu. yutkunup derin bir nefes aldım ve doğrulduğumda aylin karşıma çıktı. 

"dolunay. iyi misin?" kolumdaki seruma baktıktan sonra etrafa bakındım. bir hastane odasındaydım ve hava karanlıktı.

"saat kaç" ağlamış mıydı? gözleri kıpkırmızıydı. zar zor konuştu.

"saat. saat sekize geliyor" sekiz. uluay oraya yedide bekliyordu beni ve ben tam bir saat geç kalmıştım. üstümdeki pikeyi atıp kolumdaki serumu çıkarttıktan sonra ayağı kalkmaya yeltendiğimde aylin omuzuma bastırıp durdurdu beni.

"nereye"

"uluayın yanına gitmem gerekiyor. aylin, bırak beni gideyim ne olur" ellerini omuzuma koyup öne eğildi ve boylarımızı eşitledi. 

"küçük iblis artık yok dolunay" gözlerimi birkaç kez kırpıp yanlış duyma umuduna sığındım. böyle bir şeyin imkanı yoktu. küçük iblis beni bırakmazdı. ben ondan nefret etsem de o beni asla bırakmazdı. 

"ne demek küçük iblis yok" zorla gülümseyip başımı öne eğdim ve elimi karnıma koydum. belli belirsiz olan şişlik artık yoktu. ama emindim. küçük iblis oradaydı. "şakanın hiç sırası değil, orada işte" kıpkırmızı gözlerini gözlerime kenetledi.

"bu zamana kadar bir şekilde kaçtığın için hata yapmışsın. zaten küçük iblis pek normal değilmiş. muhtemelen ege ve burağın bilmesi de üstüne gelince. küçük iblis yok oldu" kalbimin tamamının yerinden sökülüp alınmasıyla aynıydı bu acı. başa çıkmaya çalıştım. bunun hepimiz için daha iyi olduğuna kendimi inandırmaya çalıştım. her şeyin düzeleceğine kendimi inandırmaya çalıştım. küçük şeytana bakamayacağıma ve onun gitmesinin daha iyi olacağına, üstüne üslük o gitmeseydi de ben onu yok edeceğime ve katil olmadığım için sevinmem gerektiğine kendimi inandırmaya çalıştım ama boşunaydı çabam. inanmadım. ne her şeyin düzeleceğine, ne daha iyi olacağına, ne o gitmeseydi de ben onu hayattan kopararak öldüreceğime, ne de geride kalan o tün aptalca umut lafına inanmadım. 

bende hayat bulmaya çalışan, hayattan kopuyordu. başka açıklaması yoktu bunun. uluay benim yanıma gelmiş ve hayatına benim gibi lanet birini bulaştırmıştı, annemler beni almış ve bir daha düzelmeyecek bir lanete kucak açmıştı. 

yutkunup kalbimin yerindeki boşluğu bir zehrin kaplamasını bekledim. kaplamadı. ölmedim de. ölseydim daha iyi olurdu. buna emindim. 

"pekala. bu, bu eninde sonunda olacaktı. hepimiz biliyorduk zaten. ben bakamazdım. uluay kabul etmezdi ve o gitmese, ben onu yok edecektim. bu yüzden daha iyi oldu. sence de öyle değil mi" içimden beni ve sahte neşemi onaylaması için yalvardım. bana destek olması, daha küçük olduğumu, bakamayacağımı söylemesi ve daha yüzlerce ıvır zıvır laflara devam etmesi için yalvardım. ama tek yaptığı başını iki yana sallamak oldu. gözümden aynı anda birkaç damla yaş düşerken zorla gülümseyerek gözümdeki yaşları sildim ve ayağı kalktım.

"tamam, seni bilmem ama benim yığınla yapacak işim var. konsere gideceğim, oyun oynayacağım. o küçük şeytan varken yapamadığım her şeyi yapıp bir dakika bile düşünmeyeceğim çünkü ondan kurtulduğuma seviniyorum" bu kez savaşım ne aylinle, ne de uluaylaydı. bundan sonra tek savaşım kendimleydi. bu zamana kadar yaşadığım her şeyin tek suçlusu olan kendimleydi. yalanıma inanmayı her şeyden çok istedim. bu saatten sonra yaşasam ne olurdu? ben katil olmuştum. bana muhtaç olan bir canın katili. bunları düşünmek istemiyordum. tek yapmak istediğim dışarıda deli gibi yağan yağmurun altına geçip bağıra bağıra ağlamaktı. hoş, o bile geçirmezdi ruhumun pisliğini. 

ve o saniye bir kez daha nefret ettim kendimden. her şeyin sorumlusu bendim. suçu atabileceğim kimse yoktu. hiçbir şeyim kalmamıştı artık. Uluay ın benden nefret etmesi umurumda değildi, yaşayıp yaşamamam bile umurumda değildi. keşke onlarla ilk tanıştığımız zamanda yaptığımız yaş tartışmasını tekrar yapabilseydik. onlar uzun süre yaşayacakları için övünseydi, ben de kendime lanet okusaydım. 

"dolunay mantıklı düşünemiyorsun" dedi aylin yanıma gelip. burnumu çekip gözlerimdeki yaşları avuç içlerime sildim ve yenilerinin gelmemesi için etrafa bakındım.

"yoo, gayet mantıklı düşünüyorum. en başından beri istediğim buydu aylin." yalan. en başından beri istediğim kimseye bir şey söylemeden buradan koşarcasına uzaklaşmaktı. içimdeki küçük iblisle beraber. 

"kendini kandırıyorsun ama bu sana iyi gelecekse beni de kandırmana izin vereceğim" elini destek olmak istercesine omuzuma koydu. onun desteği neye yeterdi ki? benim acımın tarifi yokken neye yarardı artık onun desteği?

***************

Selam desem küfürlerinizi kulağımda duyacakmış gibi hissediyorum kendimi ama... Dolunay gibi "bu bir gün olacaktı" desem affedilir miyim??

Şaka bir yana bu kararı almak zor oldu benim için fakat bunu neden yaptığımı, hiçbir şey yokken neden olduğunu ilerleyen bölümlerde anlayacağız, yolumuz aydınlanacak.

İlerleyen bölümlerde ne olacağı hakkında fikrinizi almak istesem de şunu söyleyeceğinizi düşünüyorum "iyice batırdın yazarcım bize ne kaldı?" Ama olumlu düşünelim... yalan söyleyemeyeceğim bir şey bulamadım.

Ve belki çok iyi bir zaman değil bu haberi söylemek için fakat yeni yazdığım fantastik kurgum Toprağın Ardında' ya göz atarsanız çok sevinirim.

En kısa zamanda görüşmek dileğiyle, Dolunay' a da sabır dileğiyle yeni bölümü yazmaya geçiyorum...

OYUN 2 (Tamamlandı)Where stories live. Discover now