BÖLÜM 20

8.7K 501 102
                                    

"dolunay inanamıyorum sen... sen bunu nasıl yapabilirsin?" dedi iki gün önce olan olayı şimdi anlattığım emre fakat ben umursamadan uluayın kucağında bir kız olan magazin sayfalarını karıştırıp bulmaya çalışmaya devam ettim. hayret ettim, yoktu.

"baya yapım işte. gittim otele aradım bunu" sabır dilercesine derin bir nefes aldı.

"ha pişman da değilsin" oturduğum koltukta kıpraşıp başımı iki yana salladım.

"hiç de değilim. sadece bağırdığım için pişmanım ama... yüzündeki o pişmanlığı görmek bile yetti." gözleri merakla ışıldadı ve umursamıyormuş gibi görünmeye çalışarak baktı bana.

"pişman mı oldu" yüzümde bir gülümsemenin oluşmasına izin verdim ve dudağımı ısırıp başımı usul usul iki yana salladım.

"köpek gibi" koltuğun yanındaki minik ne dediğimi anlamamı sağlarmışçasına homurdandığında ona dönüp kulaklarının arkasını kaşıdım.

"öyle demek istemedim miniğim, alışkanlık işte" ve magazin sayfalarını karıştırmaya devam ettim. kitabı okumaya cesaret edemesem de sehpanın üzerinde tutuyordum. daha fazla okumaya cesaretim yoktu. en azından şimdilik...

çalan kapı dikkatleri üzerine çekerken emre sorgularcasına bana baksa da omuz silkip magazini karıştırmaya devam ettim. iç çekip ayağı kalktı ve kapıya ilerledikten sonra açtığında karşıma çıkan kişi, tükürüğümün boğazıma kaçmasına neden oldu. uluay, lanet olası adam benim evimin adresini nereden bulmuştu.

"merhaba emre, görüşürüz emre, kuzeninle konuşmam lazım" patavatsızca içeri geçip şoka girmiş emreyi dışarı ittirdi ve kapıyı kapatıp çantasını yere koydu. üzerinde beyaz bir tişört, siyah bir  eşofman altı vardı.

"dolunay geçen gün geldiğinde konuşamamıştık, en fazla iki gün dayanabildim, aslında geleceğini umuyordum ama... gelmedin" sonra bana sormadan, ya da düşüncemi dinlemeden karşımdaki koltuğa oturup miniğe baktı. minikse hızla ayağı kalkıp önce uluayın yanına gitti, üzerini kokladıktan sonra yanıma gelip koltuğa çıktı. 

"ne konuşacağız" dedim zar zor ve elalarına bakmaktan kaçındım. derin bir nefes alıp kıpraştı.

"sormak istediğin onlarca şey olduğunu biliyorum ve... cevaplayacağım, her şeyi" ne diyeceğimi düşünmedim çünkü sorularım hazırdı. Zihnimde bir yerde gizlilerdi ve ortaya çıkartma zamanı gelmişti.

"Neden gittin" sesim istemeyeceğim kadar çaresiz çıkmıştı ve bundan nefret ediyordum. yutkunup yanan gözlerimin geçmesi için etrafa bakındım. "eğer ben... beni terk ettiğinde hamile olsaydım anlayabilirdim. bir şekilde. çocuk istemediğini düşünürdüm, sonuçta daha yirmi yaşındaydın  ve... istemediğini anlayabilirdim ama ben düşük yaptım ve sen... sen beni o halde bırakıp gittin neden uluay?" gözlerini gözlerimle birleştirmeye çalışsa da bakmadım çünkü ağlamam an meselesiydi ve bunun karşısında olmasını istemiyordum. 

"o an, bilmiyorum bak nasıl bir kafayla bıraktım seni bilmiyorum. seni suçladım, kahretsin ki seni suçladım" elini saçlarına daldırıp karıştırdı ve derin bir nefes aldı. gözlerini kapattığı anı fırsat bilip yanağıma düşen yaşı sildim hızla. 

"pişmanım" dediğinde hiç olmadığı kadar histerik bir kahkaha atma isteği içimde oluştu fakat kendimi tuttum. benimle dalga mı geçiyordu?

"üç sene sonra mı?"

"lanet olası o kapıdan çıktıktan hemen sonra ama o an geri gelsem beni asla affetmezdin. kendime kızıp bara gittim ve ertesi gün çıkan haberleri gördüm. seni düşündüm, beni asla affetmezdin. ben de sakin olmanı bekledim. ama senin psikoloğa gittiğini duyduğumda dünyam başıma yıkıldı. ben senin iyi olduğunu zannediyorum" sesindeki pişmanlık sezilmeyecek gibi değildi ama içimdeki kırgınlık da belliydi. derin bir nefes alıp başımı iki yana salladım.

"başka sorum yok"

"yok mu?" başımı iki yana salladım.

"hayır... en azından aklıma başka gelmiyor. şimdilik" yanımda oturan minik yere indi ve kenardaki kocaman yatağına ilerleyip ihtiyacı olmadığı halde kazdığında kulaklarımızı tırnaklarının kumaşa sürtünmesiyle çıkarttığı ses doldurdu. 

uluay anlayamadığım bir şekilde hızla ayağı kalkıp yanıma geldiğinde kalbim anlamsız bir şekilde hızlı attı. elini tedirginlikle havaya kaldırıp saçıma değdirdiğinde yanından uzaklaştım. derin bir nefes aldı ve yutkundu.

"beni... beni bir gün affedecek misin" sorduğu soru bende ağlama isteği uyandırırken cevap vermedim. fakat konuşmam gerektiğini anlamam uzun sürmedi.

"üç sene sonra yanıma geliyorsun ve seni affetmemi bekliyorsun" bir anda elimi avucunun içinde buldum ve her ne kadar kabul etmek istemesem de özlediğim sıcaklığı tahmin edilemeyecek kadar iyi hissettirdi.

"bunun kolay olmadığının farkındayım, bana kızgınsın, bunu da biliyorum. senden beni affetmeni istemek şerefsizlik, bunun da farkındayım ama... dolunay seni seviyorum ve senden uzakta kaldığım her gün için binlerce kez özür dilerim." cevap vermedim. sesimi çıkartmadım. affetmeyeceğimi söylesem... bunu kalbim istemiyordu. affedeceğimi söylesem... zihnim karşı çıkıyordu. fakat ben de bir kere mutlu olmayı hak ediyordum. yine de... onu bu kadar kolay affedemezdim. 

"bilmiyorum" diye mırıldandığımda omuzları yük kalkmışçasına çöktü ve derin bir nefes aldı. onu affedebilir miydim? affetmeli miydim? pişmanlığı yüzünden okunuyordu. istediğim şey ortadaydı.

"bıraktığını duydum" ne söylemek istediğini anlamadığımda kaşlarımı çatıp ona döndüm.

"neyi"

"gitarı. çalmayı bırakmışsın. neden?" nasıl açıklayacağımı düşünmek hiç olmadığı kadar zordu.

"anlamını kaybetti" deyiverdim beklemeden. "basitleşsin istemedim." ve yüzündeki kırgın ifadeyi görmek beni bitirdi...

OYUN 2 (Tamamlandı)Where stories live. Discover now