BÖLÜM 17

8.5K 500 28
                                    

"ee" dedim masadaki kahveyi karıştırırken ve karşımda oturan, hiç değişmemiş ayline baktım. "yani beni buraya boş boş oturmaya çağırmadıysan-" sözümü kesip başını iki yana salladı.

"yok... boş boş oturmaya çağırmadım da..." devam edemeyip birkaç dakika sessizliğin ardından ofladı ve gözlerini gözlerimle buluşturdu "ne oluyor dolunay"

"ne mi oluyor?" şaşkınlığım öyle barizdi ki kim duysa anlayabilirdi. başını yukarı aşağı salladığında hayretle konuşmayı sürdürdüm.

"beni buraya çağıran sensin. asıl benim sormam gerekiyor. üç sene boyunca bir kere aramadın. şimdi ne oluyor" başını utançla eğdiğinde yanaklarının hafifçe kızardığını fark ettim.

"aklım başıma geldi" savunmasının saçmalığına eğer yadırgamayacaklarını bilsem gülerdim bile. 

"benim aklım başıma çoktan geldi ve başıma gelen aklım diyor ki, bir gün seni aramayıp yapayalnız bırakan ve üç senenin ardından bir nedeni bile olmadan sana mesaj yazan, arkadaşın olduğunu sandığın kişiyi burada bırak ve evde köpeğinle oyna çünkü o iki senedir senin yanında ve bir kere bile sana arkasını dönmedi" yutkunup başını ağır ağır kaldırdı ve bana baktı. başını iki yana salladı.

"başka" 

"ne başka?" omuzunu silkti.

"başka ne diyor" histerik bir kahkaha atma isteğimi bastırıp elimi alınma götürdüm ve gözlerimi kapatıp hırsla şakağımı ovuşturdum.

"ne oldu şimdi? aile geleneğini devam ettirip annen gibi insanların psikolojilerini anlamaya mı çalışıyorsun? psikolog mu oldun?" başını iki yana sallayıp masadaki kahveden bir yudum içti.

"aslında daha değil, ikinci senemdeyim. insan çalışınca başarıyormuş" bir şey söylememek için dilimi ısırıp derin bir nefes aldım ve kollarımı göğsümün altında birleştirdim. 

"başka bir arkadaş edinmediğime çok sevindiğini söylüyor. ve bir de diyor ki, burada durmak bile zaman kaybı" 

"zaman kaybı olmadığına seni nasıl inandırabilirim?" yerimde rahatsızca kıpırdanıp hırsımın gitmesini diledim.

"bu zamandan sonra beni hiçbir şeye inandıramazsın. sana inanmam için güvenmem gerekiyor ama kimseye güvenmeme gerektiğini öğrettiniz bana" kaşları şaşırmışçasına hareket etti ve sandalyede arkasına yaslandı.

"pek dinlememişsin öğrettiklerimizi belli ki."

"ne?"

"sevgilin varmış" dedi her bir kelimenin üzerine basarak. "birine güvenmişsin işte" kıpırdanıp arkama yaslandım.

"o iş farklı"

"pek sayılmaz" omuzumu silktim. delirmeme ramak kalmıştı ve bu zamanı erkene çekmek gibi bir hedefi yoksa, susması gerekiyordu.

"sana ne bundan?" omuzunu silkip ellerini iki yana açtı.

"bir zamanlar en yakınlarımdan biriydin" istemsizce sadist bir gülümseme oluştu yüzümde.

"ne soruyorsun yani? ilişkimin iyi olup olmadığını mı" benimkinin yanında çok masum kalan, sıcak bir gülümseme yerleşti yüzüne ve ellerini masanın üzerinde birleştirdi. aylin yine aynı aylindi. benim pijamalarımı görse laf söylemezdi belki ama... depresyona beraber girdiğimiz aylinle hiçbir farkı yoktu. benim aksime zaman onu değiştirmemişti. 

"aynen bunu soruyorum." pekala, olmayan ilişkim hakkında bilgi vermek pek de kolay olacağa benzemiyordu. 

"güzel" demekle yetindim ve masadaki kahvemden bir yudum içtim. gözleri yavaşça kısıldı.

"yalan söylediğini anlayacak kadar seni tanıyorum" ve direkt olarak kollarıma takıldı. dayak yiyip yemediğimi kontrol etmek için bakındı ve en son, dövmemi gördü. kolumu çevirip görmesini engelledim. derin bir nefes alarak yüzüme baktı.

"onun sevgilin olduğunu düşünmüyorum" yine beni anlıyor ve tanıyordu. bir şey gizlememin mantığı yoktu.

"kuzenim" diye açıkladığımda merakla kaşlarını çattı.

"nasıl yani?"

"annemin bir kardeşi varmış, ikisi de benden nefret ediyor ama emreyle tanıştığımda harap olduğumu gördü ve annesinin aksine yanıma gelip bana destek oldu" gözleri ne olduğunu anlamışçasına parıldadı.

"ve yalnız olmanı istemediği için yanına taşındı" başımla onayladım ve konuşmaya devam ettim.

"burakla ege kapıyı çalınca da... emre açmış ve onu kapıda gördüklerinde akıllarına daha normal bir şey gelmemiş. ben de doğrusunu söylemedim. öyle sandılar" anladığını belirtircesine mırıldandıktan sonra omuzları yük kalkmışçasına çöktü.

"uluay sizi dün öyle görünce delirmemek için kendini zor tuttu" bir şey söylemek istemiyordum. sesimi çıkartmak ya da herhangi bir şey...

"alışır zamanla" kahretsin. dilimi tutamamıştım yine. kaşlarını çatıp mırıldandı.

"ne demek o" 

"şu demek" ellerimi masanın üzerine koydum ve doğrudan gözüne baktım. "onu beni terk ettiği günün sabahında, kucağındaki kızlarla magazin sayfalarını süslerken gördüğümde ben de delirmemek için kendimi zor tuttum ama zaman geçtikçe insan alışıyor" boğazıma bir yumru oturdu ve ne kadar yutkunursam yutkunayım gitmedi. 

"dolunay. onunla asla barışmayacağını biliyorum, ama... yüzleşmeni isterim. sadece karşısına geçip benimle konuştuğun gibi konuşamaz mısın?" düşünmek gibi bir hata yaptım ve bu gerçekten büyük bir hataydı. başımı iki yana sallayıp derin bir nefes aldım.

"yapamam"

"neden" ses tonu yadırgayıcı değildi. anlayışlıydı. sinir bedenimde gezindi. ona karşı olan bir öfke değildi bu. kendime karşı olan bir öfkeydi.

"çünkü aptalın tekiyim ve onu görmeye dayanamam" 

"bu aptal olduğunu göstermez" gözlerimin dolmaması için etrafa bakındım.

"neyi gösterir"

"onu sevdiğini gösterir" bunu ben bilmiyor muydum sanki? sinirlendiğim nokta da buydu. yine de kabul etmeyecektim. onlarla bir daha görüşmemeliydim. yeni hayatımı neredeyse kusursuz hale getirmek için çok uğraşmıştım ve bunu heba etmelerine izin vermeyecek kadar aklı başında biriydim.

OYUN 2 (Tamamlandı)Donde viven las historias. Descúbrelo ahora