Don't Leave Me

305 37 9
                                    

Louis, kucağında boynuna bırakırsa kaybedermişçesine sıkıca tutunmuş, omzunu ıslatan gözyaşlarını dökmeye devam eden Melekle arabadan indi. Harry, yol boyunca ona sarılışını azıcık bile bozmamıştı. Titreyen elleri arada önü yırtılmış tişörtünü kapatmaya uğraşıyordu, Louis, ellerini tutup parmaklarının boğumlarını öpene kadar da buna devam etmişti. Louis ise yol boyunca kucağına sinmiş kıvırcığı sıkıca tutmuş, kollarını, belini okşayarak saçlarının arasına dudaklarını defalarca değdirmişti. Harry, titredikçe Louis kendine lanet ediyordu. Tekrar titriyordu, tekrar onlarca yaş omuzlarına biniyordu. Harry, uzun zamandır gözlerindeki acıyı Louis'nin omuzlarına döküyordu.

Kızarmış mavi gözlerini kırpıştırdı. Harry'nin kafasını boynundan kaldırmaması, onun ne hâlde olduğunu görmemesi Louis'nin işine gelmişti. Bu küçüğü kollarının arasına alana kadar göğsünde katrandan bir yumruyla gezmişti. Harry'nin kokusu bile o yumruyu var olmamış gibi yok kılabiliyordu. Louis'nin içi titriyordu Meleğine bakarken bu yüzden şaşırmıyordu ona karşı olan kaybetme korkusuna, ölümsüz endişesine ve tüm benliğini saran sevgiye.

Harry'nin alnını son kez öpüp kucağında zıplatarak bacaklarını ve belini iyice tuttu. İkisinin de yüzü kıpkırmızıydı, sessizlik, konuşamadıkları için değil, onlar susarak dokunarak konuştukları içindi. Louis, Harry'nin gözlerinin yağmurunda ıslanırken hissediyordu, kırgın yüreğinin en derinindekileri. Harry, tamamen tadıyordu, Louis'nin sarılışlarında sahiplenilmeyi.
Yapayalnız kalmış, ait olduğu yeri bulamayan ruhu Louis'nin tek sözüyle bulmuştu evini.

Zayn, kapıyı çalar çalmaz saniyeler geçmeden ayak sesleri duyuldu ve kapı açıldı. Niall, Louis'nin kızarmış gözleriyle karşılaşınca yutkundu. Sonra kucağındaki saçları birbirine karışmış, kollarında kir lekeleri olan en kötüsü de titrediği ne kadar uzaktan bakılırsa bakılsın farkedilecek olan kıvırcığa baktı. Bu kez yutkunamadı. Zayn, Niall'ın ne yapacağını bilemeyerek kalmış vücudunu kollarından sarıp kapının yanına çekti. Louis, hızla içeri girdi. Buz gibi olmuş Meleği, bir an önce sıcağa kavuşmalıydı.

"Geldiler mi?" Bağırıp merdivenden koşturarak inen Liam da aynı sahneyi görünce donup kaldı. Neler olduğunu sormaya hiçbirinin cesareti yoktu. Louis, merdivenin başında duraksadı. Harry'nin kulağına doğru eğildi. Burnunu kulağının altına sürttü.
"Seni şimdi indireceğim ama tekrar alacağım tamam mı?"
Harry, ağlamaya devam ederken yüksek sesle hıçkırdı bunun üzerine. Kollarını konuşmasa bile çok daha sıkı sardı. Biraz daha sıksa Louis nefes alamayacaktı ama umurunda değildi. Başını iki yana sallayıp hıçkıran, tişörtünü avuçlarında sıkan Harry ne istiyorsa öyle yapacaktı. Burnu tekrar sızlarken, tutuşunu güçlendirdi.
"Tamam. Tamam, bırakmıyorum."

Dönüp,Zayn'e baktı.
"Arka cebimde cüzdanım var."
Zayn, kafa sallayıp geldi, arka cebinden Louis'nin cüzdanını çıkarttı.
Louis, derin bir nefesi ciğerlerine doldurdu. Kucağından yere bile inmek istemeyecek kadar korkmuş, zarif yeşillerine korku tüm gerçekliğiyle tekrar yerleşmiş olan küçüğü bir kez daha bu hâle getirmeyeceğine kendisi söz vermişti. Sözünü tutamadığı gibi az kalsın... Az kalsın... Düşünmek istemiyordu. Düşüncesi ilmek ilmek işleyip zehir gibi yayılıyordu vücuduna. Ürperiyordu. Korkuyordu. Acıyordu. Artık Harry'nin ne olursa olsun kendisine olan inancını kıramazdı, verdiği sözü bozulmaz kılmalıydı.
"İkimizin de kimliği içinde. En yakını ne zamansa, nikâh tarihi al."

Niall'ın gözleri irice açıldı, Zayn kafasını eğip gözlerini sıktı, Liam'ın yüzü biraz daha dondu, gözleri doldu. Ama bir tek Harry, o an hiçbir şeyi duymuyordu. Algısı kapalıydı, tek odağı Louis'den ayrılmamaktı. Bırakırsa düşerdi, bırakırsa tepetaklak olurdu sanki. Başka bir şey duymak istemedi, başka bir sey görmek istemedi. Dakikalardır olduğu gibi içinden ettiği dualarına devam etti, Louis'den kopmamayı diledi. Ürküyor, içine siniyor, tutunuyor, her hücresi yakarıyordu, bırakırsa düşerdi.
Ağlamak istiyor, çok daha gözyaşını dökmek istiyor, yoruluyordu sonra da sonsuz bir uykuya hapsolmayı düşlüyordu, bırakırsa düşerdi.
Kabullendiği âna gelmişti, yaşayamıyordu, katlanamıyordu, ne zaman gülecek olsa tonlarca 'Neden ben?' Sorusuyla dalgalanan uçurumlardan itiliyordu, bırakırsa düşerdi, bırakırsa tepetaklak olurdu sanki.

Ice Angel-LSWhere stories live. Discover now