chapter five:'the book'

324 44 30
                                    

Nirvana, Something In The Way

"Şunu bir daha anlat. Yani dövmeni bizzat Jeon Jungkook yaptı ve sen de ne yaptın?" Lisa sanki milyon kere aynı hikâyeyi dinlememiş gibi bir heyecanla tekrar masadan bana doğru eğildiğinde sabırla nefesimi vererek onu alnından geriye doğru ittim. "Onu öptüm, Lisa. Bir daha anlatmamı ister misin? Sanırım çoktan yirmi bir oldu."

"Aslında," dedi Jennie sıkılmış bir ses tonuyla. "Yirmi iki."

Jisoo ekledi. "Bir taneyi daha kaldıramayacağım."

Öpme olayından sonra Jeon Jungkook beni evime bırakana kadar arabada ikimiz de tek kelime etmemiştik. Eve vardığımızda uyuyamadığımı fark ettiğimde ise mesaj grubumuza bir anlık heyecanla onu öptüğümü yazmıştım. Şimdi ise çok meraklı arkadaşlarım sayesinde sürüklenerek bir kafeye getirilmiş halde sarışın tarafından sorguya tutuluyordum.

İlk başta her şeyi detaylarıyla anlattığımda üçü de çığlık atmıştı. Tekrar anlatmamı istediklerinde bu sefer Lisa hariç diğerleri gülerek karşılasa da Lisa sanki ilk defa duymuş gibi tekrar heyecanla bağırmıştı. Her seferinde nasıl ilk dinleyişiymiş gibi davranmayı başarabiliyordu, hayret ediciydi.

Çünkü beşinci seferden sonrası bu masadaki üç kişi için can sıksa da biri için hala altın değerinde bir haberdi.

"Sen resmen Jeon Jungkook'u öptün!" Lisa eliyle ağzını kapadığında ben de bağırıp kaçacaktım, az kalmıştı. "Bir kez daha öpme lafını söylersen-"

"Tamam, tamam." hızlıca ağzına hayali bir fermuar çekti. "Sustum." ardından durup yüzlerimize sırayla baktı. "Chaeyoung resmen dudaklarıyla Jeon Jungkook'un dudaklarına dokunmuş!"

"Pekâlâ, bu kadar yeter. Ben gidiyorum." ayağa kalkmak için hareketlendiğim anda Lisa telaşla kolumdan tutarak beni tekrar yerime oturdu. "Mızıkçılık yapma, susuyorum tamam."

Sıkıldığım için derin bir nefes vererek önüme bırakılmış milkshake'in son yudumunu da içtim.

"Çok sıkıcısın, Chae. Sakın o Yunan Tanrısı'nı da bu sıkıcılığınla kendinden kaçırma."

"Hani susuyordun?" dudaklarını tekrar birbirine bastırdı. Ona bakarak gözlerimi devirdikten sonra bakışlarımı kolumda duran saatime çevirdim. İş saati yaklaşıyordu ama ben planladığım şeylerden hiçbirini yapamamıştım.

Dün gece tüm evi temizlerken pijamamın cebinden çıkan kâğıt parçası, zihnimin derinliklerini sızlatırken Jeon Jungkook'un yaptığı dövmeyle uyuşan o küçük resim, beni iyice soru işaretlerine boğuyordu. Lilith demişti, dövmem için. Bunların hepsi birer tesadüf olamayacak kadar bağlantılıydı.

Kimseye endişelerimi göstermemeye çalışsam da ortalıkta normal olmayan bir şeyler vardı. Sanki doğum günümü kutladığımız gecede kalan hatıralarım beni bu soru işaretinden kurtaracakmış gibi hissediyordum ama arkadaşlarım o günle ilgili aynı şeyleri tekrar ederek söyleyip durmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Elimden birini yavaşça arka cebime atarak kâğıt parçasının hala orada olup olmadığını kontrol ettim. Buruşuk doku parmak uçlarıma değdiğinde elimi hızlıca hırkamın cebine atıp birkaç bozuklukla kâğıt parayı masanın üzerine bıraktım.

"Ben gidiyorum, bu kadar şamata yeter. Akşam barda buluşuruz."

"Nereye gidiyorsun ya? Daha yeni geldik." Lisa tabi ki ilk itiraz eden olduğunda Jennie daha fazla sesini duymaya tahammül edememiş gibi ellerini Lisa'nın ağzına bastırdı. "Git artık Chae. Yoksa susmayacak."

Korkuyla başımla onaylayarak onlara el salladım ve kendimi küçük kafeden dışarı attım. Dışarıda yağmur yağıyordu.

Saçlarım yavaşça ıslanmaya başladığında işe yaramayacağını bilsem de biraz olsun korunmak için montumun kapüşonunu başıma geçirdim. Kitapçı buradan çok uzakta değildi, bu yağmurun altında yürümek zor olsa da bulabileceğim herhangi bir araç da etrafta gözükmüyordu. Boynumda asılı duran kulaklıkları takıp rastgele bir şarkı başlattım ve yürümeye başladım.

SON OF A DEVIL | RosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin