chapter eleven:'where have you been?'

180 25 32
                                    

Nasılsınız görüşmeyeli, neler yaptınız?? Ben ödev yaptım, sonra tekrar ödev yaptım sonra tekrar ödev yaptım ama bu bölümü yazmak için ödevi bıraktım umarım hocam da beni bırakmaz :)

UÇMAKTAN SIKILAN BULUT çıktı, internete yazarak yayınevinin sitesinden bakabilirsiniz:'))

Bu arada fantastik rosékook'un yanında yolda giderken yazdığım bir başka rosékook fici var, bölümler biraz daha biriktiğinde onu da atmaya başlayacağım sanırım daha fazla dayanamıyorum tek başıma okumaya :)) küçükten spoiler da vereyim dedim. Klişe bir lise kurgusu olarak düşünebilirsiniz bu arada, bu kurgu gibi komplike bir şey düşünmeyin

Hepinize keyifli okumalar, yorumlarda buluşalım o halde^^

Bir hafta.

Jeon Jungkook'un bana ilk verdiği sözü bile tutamadan hayatımdan bir anda kaybolması üzerinden tam bir hafta geçmişti.

Bir anda kendimi ne olduğunu anlamadığım olayların ve kim olduklarını bilmediğim insanların arasında bulmuştum. Bunun bende yarattığı kafa karışıklığı kimsenin umurunda değildi sanki. Ama kızların etrafındayken hiçbir şeyi sorgulamadan eski hayatıma dönmüşüm gibi bir rahatlıkla yaşamaya devam etmiştim bir şekilde.

Bu bir haftada öğrendiğim birkaç şey vardı. Bunlardan ilki Jisoo'nun ailesinin oldukça varlıklı bir aile olmasıydı. Daha önce hiç onun evine gitmediğimiz için görmediğini, orayı kullanmadığını söyleyip durmuştu ama söylediklerinden kaçının doğru olduğunu bilmiyordum. İkincisi, çalıştığımız yer gerçekten de el değiştirmişti. Hyun-suk yoktu, barı işgal eden sapık yaşlı adamlar da öyle. Jisoo'da kaldığımızın ertesi günü işe gittiğimde karşılaştığım manzara neredeyse çenemi düşürecekti. İçerisi değişmişti, barın korumaları artmıştı ve artık yaş ortalaması otuzun üstünde bile değildi.

Bu iyi bir şeydi, böylelikle mesailerimde daha az yoruluyordum. Birkaç yeni reşit olmuş gencin çıkardığı rezillikler dışında kimseyle uğraşmak zorunda kalmıyordum ve kendimi sapıkların ellerinden korumak için pantolon giymiyordum.

Üçüncüsü; artık kimseye güvenmemem gerektiğiydi. Bu gerçeklik suratıma oldukça sert çarpmıştı ama bir şekilde kabullenmiştim. Duygularını içine gömmede her zaman çok iyi olmuştum, ne mutluluğumu ne de üzüntümü dışarıdaki insanlara göstermezdim. Hissizdim bir kere. Kendim bile her şey üst üste gelene kadar oturup da ruh halim hakkında düşünmezdim. Bu yüzden Jeon Jungkook'u düşünmeyecektim.

Hayır. Beni bir kere bile aramaması, bir kere bile yanıma gelmemesi ve bana bir cümle bile olsa açıklama yapmaması umurumda değildi. Kesinlikle uykularım sırf bu düşünceler yüzünden bölünmüyordu ve rüyalarımda bile yüzüne karşı bağırdığımı, söyleyemediğim her şeyi söylediğimi görmüyordum.

Cehennemin dibine gidebilirdi.

Tabii çoktan gitmediyse.

"Dünyadan Chaeyoung'a!" bir el gözümün önünde sallanmaya başladığında içine daldığım düşünce bulutundan çıkarak bakışlarımı Jennie'ye çevirdim. Elimde tuttuğum bardağı o kadar uzun zamandır bezle kuruluyordum ki Jennie halime gözlerini devirerek bardağı ve bezi aldı. "Bardak aşındı artık. Nereye daldın?"

İkimiz de arka taraftaydık. Bugün insanlarla muhatap olabilecekmiş gibi hissetmemiştim, bu yüzden sıramı Lisa'yla değiştirmiştim. Neyse ki soru sormak ya da itiraz etmek yerine teklifimi kabul edip barın arkasındaki yerime geçmişti.

Belimdeki önlüğü çıkartıp kenara fırlattım.

Üç saattir aralıksız çalışıyorduk, sigara molası vermem gerekiyordu. "Sigara içmedim." Diye cevapladım sorusunu. Jennie sanki beni anlıyormuş gibi yandan bir gülümsemeyle arka cebinden çıkardığı paketi bana uzattı.

SON OF A DEVIL | RosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin