chapter fourteen:'address'

136 25 108
                                    

Selamselamselamselam

Neredeyse 4k olacağız, diğer bölüm gelene kadar oluruz artık diye erken kutluyorum ahahahdha 

Kafam bu aralar çok dağınık ve hayatımın en meşgul günlerini geçiriyorum, uzun süredir uykusuz olduğum ve plan çizerken bilgisayara bakmaktan beyin sulanması geçirdiğim için cümle kuramayacak, ayakta duramayacak haldeyim. Bu bölüm bu yüzden pek içime sinmedi ama daha fazla beklemenizi de istemiyorum, iki bölümü birleştirip atıyorum. Bölümün ilk kısmını jüri sırası beklerken telefondan ağlayarak yazdım ne kadar çaresiz olduğumu siz düşünün lütfen :'( Merak etmeyin, bir sonraki bölüme düzeleceğiz (umarım??) herrrr neyse. 

ayrıca spotify listesine bakmayı da unutmayın, SON OF A DEVIL yazarak bulabilirsiniz. Kurguyla ilgili şarkı öneriniz varsa buraya alalım lütfen, yazarken büyük ilham oluyor çünkü. 

keyifli okumalar, lütfen oylar ve yorumlar unutulmasın^^

bring me the horizon, throne

Hayat sana bir adım gidiyorsa akıntısından çıkmamak için iki adım gitmek gerekir, eğer tüm bildiklerini yalan çıkarıyorsa da arkana bile bakmadan kaçmak.

Bu dünyanın işleyişi böyle. Hep böyleydi. Ve asla değişmeyecek.

Bu gerçekle çok önce yüzleşmiştim aslında, aile evini büyük kavgamız sonrasında terk ettiğim ilk anda çıkmıştım hayatımı kontrol etmeye çalışan insanların akıntılarından, kendi yolumu bulamadan önce savrulup durmuştum ama bir şekilde kendimi sakin sulara atmayı da başarmıştım. Yine de içten içe az akan o nehrin bir gün sele dönüşeceğini biliyordum.

Öyle olmuştu da. Birinden kurtulduğumu sanırken daha şiddetli o suyun içinde bulmuştum kendimi. Ama bu sefer tek değildim.

Beni akıntısına alan nehrin adı Jeon Jungkook'tu.

"Jeon birazdan gelir." Diye mırıldandı Mark boş boş etrafı izlememe daha fazla dayanamayarak. Yanımdan gittiğinden beri yarım saatten fazla olmuştu ve ben sadece boş bakışlarla ne düşündüğümü kendim bile bilmeden etrafı izlemeye devam etmiştim. Mark insanların içkilerini hazırlamaktan bulduğu tüm zamanlarda yanıma gelip beni garip konuşmaların içine sürüklese de burası bu gece çok yoğundu, ayrıca onu tanıyalı sadece dakikalar olmuştu.

Kendimi burada çok yalnız ve rahatsız hissediyordum.

Oflayarak yüzümü sıvazladığım sırada masanın üzerinden bir bardak önüme doğru sürüldü.

"Bu gece sağlam bir şeylere ihtiyacın var sanırım."

Haklıydı. Gerçekten sarhoş olup içine daldığım düşüncelerden kaçmam gerekiyordu. Başka türlü böyle bir geceyi delirmeden kabul etmem imkansızdı. Bir anda hayatımı tamamen değiştirecek bir durumun içinde kendimi bulmam, yaşadığım şoktan dolayı şu ana kadar normal gelse de değildi. Bu yüzden teşekkür bile etmeden önüme bıraktığı bardağın içindeki kehribar sıvının hepsini tek seferde tepeme diktim.

Boş bardağı tekrar Mark'ın önüne bıraktığımda istediğim şeyi dillendirmeden bardağı tekrar doldurmuştu bile.

Bu beş defa tekrar etti.

Gözlerimin önü çoktan buğulanmaya başlamıştı ama ne kadar içersem içeyim bir türlü kafamda dönüp duran korkunç sahneyi unutamıyordum.

Yüzü yanmış insanlar.

SON OF A DEVIL | RosékookWhere stories live. Discover now