chapter ten:'voices in the mind'

207 30 44
                                    

Geçen cumartesi bölüm gelmemişti, bu bölümü bu yüzden erkenden atıyorum<33

Bundan sonra bölümler cumartesi yerine pazar günleri gelecek çünkü başka boş vaktim yok maalesef:')) 3. sınıf mimarlık öğrencisiyim ve okulum aşırı yoğun. Bölümü atarken bir kere daha üzerinden geçemedim, eğer hata varsa özürlerimi sunuyorum ilk başta <33 

bol bol yorum yapıp oy vermeyi unutmayın lütfen, bölüm sonu tekrar görüşürüz

keyifli okumalar^^

bring me the horizon, deathbeds


"O çoktan bizi buldu."

Jungkook'un telefonu kapatıp koltuğun üzerine atmadan önce söylediği son şey bu olmuştu. Sanki senelerdir beklediği o misafir gelmiş kadar rahattı, ilk başta telefondan duyduğu şeyle sinirden deliren gözlerinden eser yoktu şu anda. Beni kolumdan tutarak önüme geçti.

"Yukarı çık, Chaeyoung. Korkacak bir şey yok. Halledip geleceğim."

"Nereye gidiyorsun? Neler oluyor?" diye sordum korku dolu gözlerle ona bakarken ama onun gözleri benim üzerimde değildi. Direkt az önce sesin geldiği mutfağa doğru bakıyordu. İçeri giren kimse yoktu. Cam kırılma sesini duymamış olsaydım oldukça sıradan bir gün olduğunu bile düşünebilirdim.

"Sen dediğimi yap. Merdivenlerden çık ve ne olursa olsun sakın inme. Eğer yukarıda bir şey olursa çığlık atmanı istiyorum. Duydun mu beni?" gözlerini sonunda bana çevirerek bir cevap istercesine baktığında sertçe yutkunarak başımı anladığımı gösterircesine salladım. Bir süre bir şey demeden gözlerime baktıktan sonra o da başını sallayarak beni merdivenlere doğru hafifçe ittirdi. "Çık."

Söylediğini yaptım. Üst katta kalan odadan hem salon hem de dışarısı oldukça net gözüküyordu, beni üst kata gönderme nedeni benim tamamen güvende olmam olamazdı. Belki de yüzümü görmelerini istemiyordu.

Kendimi üst kata attığım anda Jungkook da merdivenlerin başından kaybolmuştu. Hızlıca örtülü siyah perdeleri çekerek başımı uzattım dışarıya ama hiçbir şey net olarak gözükmüyordu. Ormanın ortasındaydık, tabii ki hiç ışık olmayacaktı.

O sırada küçük bir tepe lambası açıldı. Dışarıda bir veranda olduğunu bu sayede görmüş oldum bende. Verandada duran koltuk takımının üzerinde bacağını diğerinin üzerine atmış, rahatça oturan biri duruyordu. Bir elinde tuttuğu zippoyu açıp kapatırken gözleri anlık ateşin üzerindeydi. Biraz olsun ses duyabilme umuduyla yavaşça pencereyi araladım. İçeriye anında buz gibi hava doldu ama umurumda değildi.

Oturan adamın üzerinde deri bir ceket ve bacaklarını saran siyah pantolon vardı. Siyah saçları, dışarıda esen rüzgâra karşı koyamayarak yüzüne dağılıyordu ama bir türlü yüzünü göremiyordum.

Birkaç saniye sonra verandanın üzerinde Jungkook belirdi. Üzerine nereden bulduğunu anlamadığım siyah bir tişört geçirmişti. Çıplak ayakları, yerde duran cam parçalarından hiç de etkileniyormuş gibi gözükmüyordu. Bu adamın canını acıtabilecek herhangi bir şey var mıydı dünya üzerinde?

Camı kıran, Jungkook'un geldiğini duysa da başını çevirip Jungkook'a bakmadı. Bunun yerine Jungkook'un karşısına geçmesini bekledi. Beklediği gibi de oldu. Durduğum yerden gözükme ihtimalim vardı, bu yüzden görüş açısından çok da çıkmadan vücudumun bir kısmını siyah perdenin arkasına saklayarak onları gözetlemeye devam ettim.

SON OF A DEVIL | RosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin