Déjà Vu

326 24 112
                                    

ฅ^•ﻌ•^ฅ

Sıcak. Birisi kafamı okşuyor yine. Gözlerimi açmak istemiyorum. Yine birilerinin benden korkarak uzaklaşmasını istemiyorum. Elini başımdan uzaklaştırıyor. Yeniden sokakta yankılanan adım seslerini net bir şekilde duyabiliyorum.


Herkes kedileri sever değil mi? Ama her kediyi değil. Mesela benim gibi olanları.

Siyah tüylerimin uğursuzluk getireceği düşünülür. Kırmızı gözlerim ise başlı başına bir anormallik değil mi zaten? Doğrusu daha önce hiç kırmızı gözlere sahip bir kedi görmedim.

Korkutucu görünüyormuşum. Bunu ben değil, insanlar söylüyor. Doğru olmalı ki yanıma gelen herkes ürkmüş bir şekilde uzaklaşıyor benden. Neyse ki oldukça aşina olduğum bir durum bu artık ama yine de acıtıyor. Şu ana kadar asla bir kediyle konuşamadım, onlar da kaçıyor benden :D

Bugün, sonbahar olmasına rağmen oldukça güneşli ve sıcak bir gündü. Şu son zamanlarda soğuk günlere alıştığım için bu güzel havanın değerini bilmem gerektiğini düşündüm. Adımlarımın beni götürdüğü yere doğru yürümeye başladım.

Birçok kedinin olduğu o sokağa geldiğimde karşıda bir araya toplanmış kedileri gördüm. Önlerinde siyah saçlı bir adam, uzun paltosunu kucağında toplamış elindeki küçük krakerleri kedilerin önüne döküyordu. Krakerlerden alamayan veya adam yüzünden yaklaşmaya çekinen kedilere ise yavaşça yaklaşıp biraz da onlara ikram ediyordu. Aralarına karışmak bütün kedilerin zevkle yediği o krakerleri ben de tatmak istiyordum ancak her zaman olduğu gibi dışta kalmalı ve bana bir şeyler bırakılmasını beklemeliydim. Aralarına girmem iyi sonuçlanmaz, adam da kaçar giderdi zaten. 

Hepsi güzelce krakerleri yerken gün batımının turunç rengiyle karışık kızıl dalgaları, binaları ve ağaçları sarmalarken camlardan yansıyor, gözümü kamaştırıyordu. Gün batımını buradan göremesem de ne kadar muhteşem göründüğünü hayal edebiliyordum.

"Hey, sen de biraz ister misin?" 

Arkamı döndüğüm gibi biraz önceki adamı görmemle irkildim ve birkaç adım geriledim. Gün batımının renkleri adamı kutsarken bir elinde kraker paketi diğerinde ise krakerlerle dolu elini bana uzattığını fark ettim. Bir krakerlere bir de adama bakarken neden benden hala uzaklaşmamış olduğunu ve hatta bana krakerlerden ikram edebildiğini algılayamamıştım elbette. Bu kaç yıl geçirdiğimi dahi bilmediğim hayatımda ilk defa yaşanıyordu, ilk defa bir insan bana ekşimiş bir yüzle bakmıyor, yanıma yaklaşabiliyor üstüne üstlük yemek ikram ediyordu. Bunun doğru olmadığı düşüncesi aklımın köşelerinden beni uyarıyordu adeta. Bir sorun olmalıydı değil mi? Adam belki de eskiden beni görmüş biriydi ve şimdi bana ikram ettiği krakerlere bir şeyler yapmıştı. Nereden bilebilirdim ki? Daha mahalledeki normal kedilere bu tarz şeylerin olduğunu bile görmüştüm, beni onlardan ayıran sadece kötü özelliklerim vardı. Bu da beni daha kötüsünün bekleme ihtimalini oldukça arttırıyordu. Aklımda dönen bin bir tilki yüzünden donakalmış bedenimi esen sıcak rüzgar uyandırdı. Adamın yüzündeki şevkatli bakış taştan kalbimi eritmeye güvenimi kazanmaya çalışır gibiydi, elini ne uzaklaştırıyor ne de beni korkutmamak için daha da yaklaştırıyordu. 

Yavaş ve sakin bir adım. Sonra bir tane daha... adamın yüzündeki umut ifadesi her bir hareketimle artıyordu. Gün batımının renkleri tamamen kızıla bulandığında adamın kahverengi gözlerinden yansıyan kırmızı ışık hüzmelerinde güven pırıltısı arıyordum. Göremesem de, hissedip duyamasam da kaybedecek bir şeyim yokmuş gibiydi. Belki de bunun sonunda göremediğim pırıltı büyürdü, belki de pırıltı bir caninin yansımasıydı. Artık o kadar da umursamıyordum, bir siyah kedi olarak yaşadığım bu zindan hayatı bana yetmişti. Eğer son böyle bir şeyse, bu gün batımıyla beraber sonsuza dek bu sonu yaşamaya razıydım.

Adama birkaç adım mesafesinde kalmıştım, tamamen güvenimi kazandığını hissedene kadar asla hareket etmemişti. Yaklaştım, elindeki krakerleri teker teker denedim. Krakerleri yerken adama bakmayı da ihmal etmedim, sabırla bitirmemi bekliyordu hepsini. Yavaşladım, gün batımı beni iyi hissettiriyordu. Kırmızı gözlerime benzeyen kırmızı bir manzara kaplamıştı her yeri; sokaklar, diplerindeki yeşil çimenlerin solup yerini çalı çırpıya bıraktığı sokak lambaları ve karşımdaki adam. 

Adamın elindeki krakerleri bitirdiğimde bunun benim için oldukça yeterli olduğu aşikardı. Teşekkür edebilmeyi diledim, diğer kediler gibi adama yaklaşıp beni sevmesine izin vermek gibi bir şey yapamazdım sonuçta. Benim lanetim benimle kalmalı, başkasına da bulaştırmamalıydım bu kötü şansı. Orada öylece adamın ayrılmasını beklemeye başladım, ondan önce bırakmayı istemiyordum burayı. En azından bu şekilde belki teşekkürümü ifade edebilirim diye düşündüm, belki de son vedamı. 

Bir süre sonra adamın ayrılmadığını fark ettim. Yavaşça solan gün batımıyla beraber yüzündeki kutsal kızıl yerini hafif karanlığa teslim ediyordu. Yolun kenarına doğru iki adım attı ve paltosunun eteğini tekrar kucağında birleştirerek kaldırıma oturdu. Yüzündeki huzurlu tablo güneşi yolcularken ayı selamlıyordu. Bana kayan gözlerini fark ettiğimde nedensizce yanına ilerleyip kaldırıma kuruldum ben de. Bu an pek de gerçekçi hissettirmiyordu, bana normal bir kediymişim gibi davranılması kadar doğaüstüydü. Gözlerimi adama çevirdiğimde bana bakarken sağ gözünden süzülen bir damla yaşı gördüm. Belki de bu yaş gerçekten sonumun geldiğinin habercisi, adamın pişmanlık özrüydü. Bildiğim tek şey güzel olduğuydu, kızıllığı ortadan kaldırıp etrafı mayhoş sokak lambasının karanlığına bırakan güneş, bu gözyaşını galip ilan etmişti kendine. 

Galip gelen gözyaşının kendisi, acı veya keder olabilirdi ancak gemi limandan kalkıyordu. Adam yavaşça oturduğu kaldırımdan kalkıp paltosunun eteğini silkti. Sonra yüzündeki küçük şaşkınlıkla sildi gözyaşını, güneşi yendiğinin kendisi bile farkında değildi. Geri dönüp bana baktı, gölgesi kaldırımda duran benim sağıma düşüyor kendi önünü karanlık kılıyordu. Küçük, buruk bir gülümseme ardından minik bir elveda ile yavaşça karanlığına doğru ilerledi adam. Ne kadar az içerisindeki aydınlığı yakalamaya çalışsa da gölgesinin izi onu bırakmak bilmiyordu her bir yavaş adımında. Adımları daha da yavaşladığı sırada durdu ve geri döndü, bulunduğum yere birkaç saniye baktıktan sonra kafasıyla kendini reddederek önüne geri döndü. Sokak lambalarının yarım yamalak aydınlattığı sokakta yavaş yavaş kayboldu siyah saçlı, uzun paltolu, kraker adam.

Ben ise her zamanki gibi yine hayatta kalmak için yeni bir yer bulmalıydım. Her gece yeni bir macera, yeni bir ölüm korkusu demekti. Şimdiye kadar atlattığım gecelerin haddi hesabı olmamasına rağmen korkmadan edemiyordum, insanların benden iğrenen suratları rüyalarımda beni kovalıyor, lanetimin sonum olacağını söyleyip beni aşağılıyorlardı. Her gece çektiğim işkence sabahları gerçeğiyle yer değiştirince bu tarz birini görmek... gerçekdışıydı. Belki de zaten yaşanmamışlardı? Şu an adam burada değildi ve onun burada bulunduğuna dair başka bir kanıt da yoktu. Kedilerin hepsi ayrılmıştı sokaktan, aklı başında olmayan iki üç adamın sokaklara dökülüp şarkılar söyleme vakti yaklaşıyordu, hiçbir kedi seslerine katlanmakla uğraşmak istemezdi. Her şey adamın gelmesinden öncekiyle aynı görünüyordu sokakta, krakerlerden bile hiçbir iz yoktu. 

Pekala, belki de hayal görmüştüm? Yine de güzel bir hayaldi. Arada bir görsem fena olmazdı, ne de olsa bir lanet her gün kabul görmüyor veya acı ile keder güneşe galip gelip ay ile yıldızları birleştirmiyor. 

Düşünceler arasında ve saatler sonunda bulduğum güvenli görünen yere kuruldum. Daha öncesinde geldiğim bir yer değildi ancak eskimiş ve pislenmiş küçük minderi ve battaniyesiyle oldukça rahat bir yandan da unutulmuş görünüyordu. Tam bana göre. Tok karnımın da getirdiği uyku ve yorgunluğumla saniyeler içerisinde uykuya dalmıştım. Rüyamda beni kovalayacak insan sürülerine karşı gücümü toplamaya çalışırken ay ışığının yattığım yeri kutsadığını içten içe hissedebiliyordum. 

ฅ^•ﻌ•^ฅ

The Black Cat Nero | SeonghwaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin