Hope Diamond

76 13 23
                                    

ฅ^•ﻌ•^ฅ

The stolen blue stone that everyone wants to have. And hunters that everyone would scared of them if they know them.

Eve geldiğimizde saat 5'e yaklaşıyordu. Merakla dönmemizi bekleyen Hongjoong eve girmemizle odasından fırlayarak merdivenleri inmeye başladı. Kumaşlar hakkında soru sormaya gelmişti. Ancak elimizde kumaş mağazasından alınmış bir tane bile torba göremeyince heyecanlı yüz ifadesi yerini düşünceli bir hâle bıraktı. Biz elimizdeki torbaları bırakıp üzerimizdeki fazlalıkları çıkartırken merakla konuşmaya başladı.

Hongjoong: "Kumaşlar yok muydu?" Seonghwa'ya yönelik sorduğu soruya karşılık çıkarttığı montunu asan Seonghwa, başını iki yana sallayarak Hongjoong'un sorusunu onayladı.

Bununla beraber Hongjoong beklediğimden farklı olarak gülümsemişti.

"Kumaşları bulamamamız iyi bir şey mi?"

Sorduğum soruyla gözlerini yere odaklanmış düşünen Hongjoong kafasını heyecanla kaldırarak bana baktı.

Hongjoong: "Evettt!!"

Kumaşı bulamamasının kötü bir şey olması gerekmez miydi? En azından ben öyle düşünüyordum sanırım.

Yeosang mutfaktan bize doğru ilerlerken aklımı okuyarak sorguladığım bu duruma yanıt oldu.

Yeosang: "İyi bir şey çünkü bu, kumaşın ne kadar nadir olduğunu gösteriyor. Ve Hongjoong hyung koleksiyonlarında bu tarz nadir parçalara yer verebilmek için canını bile ortaya koyar."

Sadece bir elbise için canını ortaya koyabileceğine göre bunu sadece bir iş olarak değil de hayatının büyük bir parçası olarak görüyor olmalıydı. Yine de hayatını ortaya koymak biraz fazla gibi geldi :D

Kısaca "Anladım." diyerek konudan sıyrıldım. Bu sırada Seonghwa ise minik çantasına koyduğu postiti çıkarıyordu.

Seonghwa: "Mağaza görevlisi birkaç yer yazdı. Hepsi 'Kumaş Çarşısı' adında bir yerdeymiş. Sanırım bunlar birkaç defa, bulamadığın kumaşlar için gittiğin yerlerden"

Hongjoong, Seonghwa'nın uzattığı postiti yavaşça aldı ve inceledi. Başını aşağı-yukarı sallayarak tekrar bize döndü.

Hongjoong: "Evet, haklısın. Bunun anlamı kısa süreliğine buradan uzaklaşarak kendimi kumaşlar şehrinde güzel bir maceraya çıkarmalıyım. Oraya gitmeyeli uzun zaman oldu." yüzündeki gülümsemeyle elindeki postiti sallayarak yanımızdan uzaklaştı.

-

Akşama doğru Seonghwa ve Wooyoung akşam yemeği yapmak için mutfağa girme yasağı koydular. Seonghwa, Mingi ve San'ın "her saat başı kendilerine işkence" ettiklerinden -daha çok durmadan atıştırmalık yiyorlardı- yakınmasının dayanılmaz olması nedeniyle Yeosang önermişti bu fikri.

Aslına bakarsak oldukça mantıklıydı ama şu anda mutfaktan çok güzel kokular geliyordu ve bu kokuların nasıl bir şeyden geldiğini çok merak ediyordum. Yemeğin yapım aşamasını izlemenin aşırı eğlenceli olacağını düşünümüştüm ama San ve Mingi sayesinde mutfağa girmek yasaktı. Ne kadar diğerlerinin konuyla alakası olmasa da Wooyoung, "San ve Mingi ajan gönderip atıştırmalık çaldırtabilir. Kimseyi almamalıyız." diye mükemmel bir öneride bulununca Seonghwa düşünmeden kabul etmişti.

Daha fazla koltukta, mutfaktaki şaheserleri düşleyerek vakit geçirmenin beni çok daha fazla acıktıracağını anladım. Böyle devam edersem mutfağın kapısını kırıp içeri girmeyi deneyebilirdim ve bunu da kimse istemezdi herhalde :c

Düşüncelerimden sıyrılmanın midem ve benim için ne kadar zor olduğunun farkına vararak koltuktan aşağı atladım. Fark etmemiştim bile ama yeniden kedi halime dönmüştüm. Ayak uydurmaya çalıştığım için tepki vermemeye ve San'a görünmemeye çalışarak sakince Wooyoung'un odasına doğru ilerledim. Merdivenleri kedi olarak çıkmak kolay ve eğlenceliydi, eskimiş tahtalardan sesler çıkmıyordu :D

Kapının önüne geldiğimde yan odadan birtakım sesler geliyordu. Konuşulanların arasında adımın geçmesiyle kulak kesildim ve dinlemeye başladım. Kulaklarım insan olduğumda sahip olduklarımdan çok daha keskindiler.

Hongjoong: ...bilemiyorum. Kumaşlar eskimiş veya kötü durumda değiller. Sadece eteğin arka kısmı biraz yıpranmış. Uzun süreli bir kullanımdan kaynaklı değil. Yıkandıktan sonra kıyafetin cebinin içinde mendile sarılmış elmas bir kolye vardı. Mavi, oldukça zarif duruyor. Kolye hakkında fikir edinebilmek için birkaç araştırma yaptım. Mavi elmas olarak geçiyor ve en değerli elmasların başında geliyor üzerindeki mücevher. Tabii eğer gerçekse."

Yeosang: "Bir kedinin insana dönüşebildiğine şahit olduktan sonra bunu o kadar garipsemem sanırım. Ama yine de biraz merak etmiş olabilirim. "

Hongjoong: "Haklısın. Bir şeyler bulabilir miyim merak ediyorum. Kolyeyi koleksiyonumda kullanabilir miyim ki? Önce ne olduğunu öğrenmek gerek tabii ama-"

Hongjoong'un sesi Yunho'nun sözleri tarafından kesildiğinde daha çok kapıya yaklaştım.

Yunho: "Hongjoong hyung, sence de bu biraz fazla değil mi? Bunun oldukça değerli olduğunu sen de söyledin. Eminim ki Moonhwa için de değerli bir şeydir."

Hongjoong: "Bunun ne olduğunu dahi bilmediğine bahse girerim, Yunho. Değersiz bir şey olduğunu söylesem ona bile inanır büyük ihtimalle. Daha üzerindeki kıyafetlerin nereden olduğunu bile bilmiyor."

Yeosang: "Bunun doğru bir fikir olduğunu sanmıyorum hyung. İşin için ne kadar çabaladığını hepimiz biliyoruz ama herhangi birisini sırf bu yüzden kandırmak doğru hissettirmiyor."

Yeosang'ın konuşmasından sonra birkaç ayak sesi duymamla refleks olarak hemen merdivenlere ilerledim. Kapı açıldığında sanki merdivenlerden yeni çıkmaya başlamışım gibi görünüyordu. Kapıyı açan Hongjoong'du ve artık onun hakkında ne düşünmem gerektiğinden pek emin değildim.

Hongjoong beni gördükten sonra yavaşça derin bir nefes aldı ve öylece bana baktı. Bu hoşuma gitmemişti. Kendimi güvende hissetmem oldukça kısa sürmüştü.

Sanırım şu hakkında hiçbir şey bilmediğim elmas kolyeye bir göz atmalıyım.

ฅ^•ﻌ•^ฅ

The Black Cat Nero | SeonghwaWhere stories live. Discover now