et ambitio apparet

79 9 5
                                    

The thought of suicide is a great consolation: by means of it one gets through many a dark night. -Nietzsche

Önümde duran beden tamamen savunmasız ve korkmuş görünüyordu. Henüz nelerin olduğunu bilmiyordum ki mantıklı bir açıklama da bekleyebilir miydim emin değildim. Bazı şeyler pek doğru hissettirmiyordu ama elimden ne gelir bu şeyleri nasıl fark eder ve düzeltirdim merak da ediyordum.

Moonhwa, soğuktan titreyen bedeniyle karşımda duruyordu. İlk olarak yağmur suyuyla kutsanmış kıyafetlerinden biraz da olsa arınmasını sağlamaktı amacım. Dediğim gibi yağmur suyu göründüğü kadar masum olmayabiliyordu. En azından yeryüzüne düşen kısmı. 

Kızın üzerine sardığım montumu çektim ve yüzünü çenesinden tutarak kendime çevirdim. Solgun beyaz teni kendini bırakmış, göz altlarında zorla da olsa görülebilen halkalar ve dudaklarının kuruluğu onu ölü birine çevirmek için çabalıyormuş gibi görünüyordu. Islak saçlarının yapıştığı yüzü ne kadar solgun görünse de her an gözlerini açacakmış gibi hissettiriyordu. Ona baktığınızda normal, klasik herhangi birini görmeniz muhtemeldi. Gayet ortalama bir insan, belki de? Nelerin döndüğünü merak etmiyor değildim.

Minik yüzü elimden bıraktım, üzerinde ayıcığı aldığımız günden pijamaları vardı. O gün fark etmiştim renkli şeylerin ne kadar hoşuna gittiğini. Sorun şuydu ki; o bu kıyafetlerin içerisinde çok güzel görünüyordu. Gülümsemesi ve renklerin birleşiminden çıkan tablo belki de en iyi versiyonuydu onun. Ama şu an bu versiyonla karşılaşmak mümkün değildi. Pijaması beyazdı, hatta daha çok gecelik denebilir. Beyazların içerisindeki Moonhwa, bir şeyleri çağrıstırmıştı bana. Düşünmek merhametli olsa da acı verici de olabilirdi zamanla. Bu yüzden düşüncelerimi tekrar bir kenara bırakıp Moonhwa'yla ilgilenmeye başladım.

İlk olarak üzerindekini çıkardım. Ama bu sırada elimin değdiği kadarıyla sırtında hissettiğim pürüzlü yüzey dikkatimi çekti. Biraz daha üzerine eğildiğimde sırtındaki birçok izi gördüm. Ağzım neredeyse açık kalmıştı. Bir sürü iz bütün sırtı kaplıyordu. Yatay kesik kesik görünen belini ve sırtını yanlamasına kaplayan yanık izleriydi bunlar. 

Daha iyi görebilmek için Moonhwa'yı hareket ettireceğim sırada mırıldanmasını duydum. "Yapma... Ko... korkuyorum..."

Bedenini kendime yaslandığım kızın yüzünü görmek için eğildim ve düşmemesi için kollarından tutarak destekledim. Yüzündeki çaresiz ifadeye şahit oldum. Mırıldanmaları devam ederken bu çaresizlik arasından akan yaşları gördüm. Belki de birilerine ulaşmak için atılan çığlıklardı bu yaşlar ancak kimsenin duyduğunu sanmıyordum. Sarstım. Yapabileceğim tek şey onu uyandırmak ve bu kabustan kurtarmakmış gibi geliyordu. Elimden geldiğince nazik olmaya çalıştım ama içimde bilmediğim hakim olamadığım bir öfke yükseliyordu. Yeniden ayağa kalktım ve kızın yüzünü çenesinden tutarak kendime çevirdim. Akan gözyaşlarını silmeye çalıştım ama işe yaramıyordu. Sildiğim her bir tane katlanarak artıyordu. Adını seslendim. Bir kere, iki kere, üç... Duymuyor sadece konuşuyordu. İçimi burktu bu hali. Kimi bu halde görsem üzülürdüm zaten. Adını daha sesli çağırdığımda gözlerini yavaşça kırpıştırdı. Mırıldanmaları bir ok gibi keskince kesilmişti. Gözlerini açtığı gibi bana baktı. Bir şeyleri anlamaya çalışıyormuş gibi bakakaldı ki arından dışarıdan gelen dikkat dağıtıcı bir ses nedeniyle odağı etrafa kaydı. Banyoyu hastanede gözlerini yeni açmış ve hiçbir şeyden haberi olmayan bir hasta gibi inceledi. Ardından kendi üzerinde durdu bakışları. Kaşlarının çatılmasıyla tuttuğum kollarını benden uzaklaştırdı. Bu durumda böyle bir tepki vermesini garip karşılaşmazdım. Ardından şaşkın bir ifadeyle söze girdi.

The Black Cat Nero | SeonghwaWhere stories live. Discover now