Promise? Promise.

51 12 5
                                    

"Hatırlar mısın bilmem ama bir zamanlar bir serçe getirmiştin bana. O serçeye çok iyi bakıyorum hala. Henüz uçamıyor... Ama benimle kaldığı sürece, söz ona uçmayı yeniden hatırlatacağım. Tabii ki de kafesinden çıkarmadan."

Kapıda beklediğimin aksine tanımadığım birini görünce donakaldım. Bir insan olarak yabancılarla iletişim kurmayı artık daha zor görüyordum çünkü. Başta kolay olmuştu çünkü insanlar hakkında kedi halimdeyken edindiğim bilgilere sahiptim ve insanları bu şekilde öğrenmeyi aklımdan bile geçirmemiştim. Sonuçta bir daha görüşmeyeceğiz ve bir daha bunun gibi bir şey yaşanmayacak değil mi? diye bir düşünce vardı aklımda. Ancak şimdi bir insanım ve insanın başka bir insana olan davranışları bir kediye olandan tabii ki farklı. İnsan olarak insanları öğrenmek korkunç görünüyor. Belki de korkunç olan insanlar değildir, sorun benim zayıf olmamdır?

Seonghwa kapıya yaklaştığında birkaç adım geri çekildim. Şaşırmış görünüyordu ki ardından ifadesi yumuşadı. Bu sırada yukarıdan patırtı sesleri ve kısa, tiz bi çığlık duyuldu. Seonghwa'yla aynı anda birbirimize bakmamızla kafamı sallayarak ne olduğuna bakacağımı söyledim.

Ses, Honjoong ve Seonghwa'nın odasından geliyordu. Kapıyı tıklattığımda içeriden sanki sövüyomuş gibi bi ses gelmesine rağmen tekrar tıklattım. Hongjoong'un süslü kelimeleri arasından onayladığını duyunca kapıyı aralayıp içeri göz attım. Savaş alanına dönmüş oda ve ortasında yere oturmuş etrafina bakan bir Hongjoong vardı. Bu sefer odayı savaş alanına çeviren biz değil kendisiydi.

"İyi misin? Biraz önce çığlık atıyordun?"

Bi tık alaylı konuşmama karşın gözlerini devirse de açıklamakta bir sakınca görmedi.

Hongjoong:"Şehir dışında halletmem gereken bir iş var. Sorun şu ki uğurlu kolyemi bulamıyorum. Kendim yapmıştım..."

Hongjoong'u ilk defa bir sey icin üzülür şekilde görmek elbette şaşırtmıştı beni. En çok da benim hakkımda söylediklerini duyduktan sonra onu böyle görmek... Rol mu yapıyor? İyi biri mi yoksa kötü biri mi anlayamıyorum. Çünkü ona baktığımda gerçekten bir kötülük göremiyorum ama onu duyduğumda durumlar böyle olmuyor.

"Kolye neye benziyordu? Yardım edebilirim, istersen tabii."

Hongjoong:"İkili siyah ipli, metal uçlu bir kolye. Metal uçların uzun olanında düşen bir melek, kısa olanında ise minik bir tüy var."

Odanın dağınıklığı ve telaşının aklını ne kadar karıştırdığı çok açıktı.

"Kolye... zaten boynunda."

Kafasını hemen aşağı eğdi söylediğim gibi. Kolyenin gerçekten de boynunda olduğunu görünce iyi bi oh çekip kafasına vurdu. Bu sefer de kendine sövüyordu muhtemelen.

Hongjoong:"Ah, bu arada gelen kimdi? San biraz önce bana listeyle alakalı saçma sorular soruyordu."

"Bilmiyorum. Seonghwa'nın bir arkadaşı sanırım."

Hongjoong kafasını yukarı kaldırıp elini çenesine koyarak düşünmeye başladı. Bütün bu kalabalık içerisinde böyle durup ciddi bir şekilde Seonghwa'nın arkadaşını çözmeye çalışması onu çok komik gösteriyordu.

Derken yüzü bir anda ekşidi. İğrenmeyle bana dönerek sabit ifadesiyle konuşmaya başladı.

Honjoong:"Bekle, yoksa bu arkadaş sarımsı saçlı, uzun boylu, tek göz kapaklı, açık kahve gözlü, beyaz tenli, sol gözünün altında ben olan, kocaman gamzeleri olan, konuştuğu zaman insanlara sinir krizi geçirtecek şeyler söyleyen ama kimsenin fark etmeyerek sanki çok derin seyler söylüyormuş gibi aşkla dinlediği, herkes tarafından sevilen ve Seonghwa'nın eski bir arkadaşı olan Sun Jiseung mu?"

ve bazen insanlari o kadar da ciddiye almamak gerekir.

Odadan çıkıp Hongjoong'u tek başına bıraktığımda arkamdan nasıl bağırdığını duymamak icin sağır olmak gerekirdi <33

Henüz merdivenlerdeyken etrafa bir göz attım ancak kimse görünmüyordu. Muhtemelen Seonghwa, gelen kişiyle gitmişti. Diğerlerinden haberim yoktu. Ardından aklıma elbise ve elmasla ilgili olan şeyler geldi. Yeosang ve Yunho'nun o zaman söyledikleri de. Yunho'nun evde olmadığını biliyordum. Söylediğine göre bi kahve dükkanında yarı zamanlı olarak çalışıyormuş. Kahveleri ve ortamını sevdigi içinmiş. Verdiği vibela tamamen uyuştuğunu söylemem gerek. Altın sarısı bi yavru köpeğe benziyor ara sıra. Göz tipinden ve diğerlerine davranışından kaynaklı olmalı.

Yeosang'ın henüz evde olup olmadığını bilmiyordum. Kaldığı odaya gidip kapıyı tıklattım. Ses gelmedi. Bir kez daha tıklattım ama yine ses yoktu. Sadece kısık, zil sesine benzer bir şeyler çalıyordu o kadar. E ben de iceri girim o zmn dedm.

Yeosang yatağa oturmuş, elindeki kitapla beraber uyuyakalmıştı. Telefonda ise alarmı çalıyordu ki çalmasından bu yana 5 dakika geçtiği yazıyordu. Yatağa yavaşça yaklaşıp oturdum. Sesi çok kısık olduğu için uyandırmaya yetmemiş olabilirdi. Buna rağmen Yeosang'ın yüzü huzurlu görünüyordu. Güzel bir rüya görüyormuş gibi sanki gülümsüyormuş gibiydi yüzünün ardından.

Birkaç saniye sonrasında yüzünün ardındaki gülümsemesi gün yüzüne çıktı. Sadece bununla bile gerçekten huzur verici görünüyordu. Güzel gülümsemesiyle daha da çekikleşen gözlerinden süzülen kanlı yaşlar bu anı huzurlu bir ölüme çevirmisti. En azından hala huzurlu görünüyor, değil mi? Aralanmış ağzından kanlar çıkmaya başladığı gibi damla damla kitaba aktılar. Kitaba baktım, sanki bu anı bekliyormuş, onun kanını almaya gelmiş gibi aç, bembeyaz duruyordu. Nasıl bir kitabın düşünceleri ve hisleri olur ki? Nasıl?...

Gözlerimi hızlıca yeniden Yeosang'ın yüzüne çevirdim. Hala uyuyordu ve yerinden kıpırdamamıştı bile. Hiçbir yerde kandan en ufak bir işaret bile yoktu. Gün ışığının gözlerine vurduğunu gördüm. Soğuğun arasında güneşli bir günün verdigi küçük bir rahatsızlıkla uyanabileceğini düşünmemiştim. Öyle ki alarm çalıyordu henüz. Neden garip seyler görüyorum?

Alarmı kapatıp kitabı komodinin üzerine koydu. Burada olmamı garipsemişti normal olarak.

"Kapıyı çaldım ama kimse ses vermeyince gelen sesin neyden kaynaklandığını merak edip girdim." bi tık gergin bir açıklama olmasına rağmen yüzünde beliren gülümsemesiyle sorun olmayacağını anladım c:

Yeosang:"Kitap okuyordum, yarı zamanlı işime gideceğim için alarm kurmuştum ama pek işe yaramamış gibi görünüyor."

Çoğu zaman güler yüzlü olduğu için Yeosang'ın etrafında kötü hissetmek pek mümkün olmuyor ^^

"Yarı zamanlı iş mi?"

Yeosang:"Evet. Yakın bir arkadaşımın çiçekçisi vardı ama kısa süre önce bir çalışanın işten ayrılması gerekti. Ben de çiçeklerle iç içe olmayı sevdiğim için yardımcı olabileceğimi söyledim ve bam! Şimdi süper çiçek kokularının arasında güzel günler geçirebiliyorum!!"

"vay amk"

"Tam da sana uyan bir iş gibi görünüyor, baya iyi. Çiçekler, doğa bu tarz şeylerle uğraşmayı ben de seviyorum. Yetiştirmeyi değil izlemeyi veya toplamayı. Tabii patilerle ne kadar toplayabilecek potansiyele sahipsem o kadardı... Yüksekte kalan güzelim yapraklar hep üzmüştür beni. Ağaçlara tırmanmak korkunç."

Yeosang:"İstersen sen de gel benimle bugün. Sana rengarenk bir çiçekçi sunabilirim. İçerisi süper kokularla bezenmiş çok iyi bir deneyim olacağına bahse girerim!"

Bu teklif onunla vakit gecirmemi sağlayacaktı dolayısıyla bu sırada ona elmas hakkında ne düşündüğünü sorabilirdim. Sanki elmastan haberim varmış gibi davranmalıydım. Ardına bir hikaye uydurmak zor olmazdı. Sahte olduğunu söylersem eğer üzerimdeki gözleri uzaklaştırabilirdim bir nebze. Bunu sonra düşüneceğim.

Ve benim açımdan Yeosang'a yaptığım bir testti bu sadece. Onu kandırıyormuş gibi hissediyorum :c

"hmmmm..."

vicdan azabi.

"Neden olmasın di mi?"

daha cok vicdan azabi...

Yeosang:"Tamamdır o zaman. Hazırlanıp hemen çıkarız. Söz veriyorum çok eğleneceksin!"

The Black Cat Nero | SeonghwaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin