Dream in a Dream, My Dear

114 15 31
                                    

ฅ^•ﻌ•^ฅ

"Bunun sonsuza dek sürmesini isterdim. Birlikte olduğumuz her an kendimi bilinmeyen, buradan çok uzak bir yerde hissediyorum. Sadece ikimizin olduğu bir cennette gibi."

Güneşin yakıcı sıcaklığına kalbimizin derinliklerinden gelen minik kıvılcımlarla eşlik ederken, çimlerin üzerinde tamamen özgürmüşcesine koşmaya başladık. Rüzgarı delerek geçtiğimiz iki yana açılmış kollarımızla, ne kadar birbirlerine bağlanmış olsalar da, birbirimize sahipken daha özgür olduğumuz fikrine ulaşmamızı sağlıyordu.

Ufuk çizgisine doğru koşuyorduk. Önümüzdeki bu manzara ile gözlerimiz kamaşıyor ama yine de durmadan koşmaya devam ediyorduk. Nefes nefese kalıp daha fazla devam edemediğinde vücudunu bırakıp kendini yere serdi. Ben de onun yanına uzandım. Elimi tuttu ve geceyi aydınlatan yıldızları izlemeye başladık. Daha sonrasında bakışlarımı ona çevirdim, göğüs kafesi hızla inip kalkıyordu. Gökyüzünü izleyen gözleri gülümsüyor, içerisinde koca bir evreni barındırıyormuş gibi parıldıyordu.

Onu izlediğimi fark ettiğinde kafasını çevirerek gözlerimizi buluşturdu. Heyecanlı yüz ifadesi, aklımdan geçenlerin bu güzel gecede sonsuza dek yankılanmasını istememe neden oluyordu.

"You are my shining star that lights up my darkness nights, and I am your moonlight that is nothing without you."

Gözlerimi bir önceki gecenin ardından güneşin ışıklarıyla aydınlatılmış odaya açtım. Odayı aydınlatırken gözüme vuran güneşin ışıklarıyla hassaslaşan gözlerimi elimle kapattım. Birkaç dakika sonra odadaki nefes alış-veriş seslerini duymamla irkilerek doğrulduğum gibi çalışma masasının önündeki sandalyede oturan Seonghwa'yı gördüm. Yüzündeki ciddi ifadeyi ve yere odaklanmış bakışlarını bir anlığına bozmuş ve kıkırdamıştı. Neden burada olduğunu bilmiyordum.

"Seonghwa? Bekle, neden buradasın? Kimse girmesin diye bana anahtar veren sen değil miydin?" içeride olması tuhafıma gitmişti, anahtarı verip herhangi bir durumda onun yanına gitmemi o istemişti. Yoksa evden gitmemi söylemek için uyanmamı falan mı bekliyordu? Hançerle ilgili olabilirdi, elmas... Hongjoong mu sorun çıkarmıştı? 

Seonghwa: "Belki de daha fazla hançer saklamışsındır diye arama yapmaya geldim, sonuçta cebinden kanlı bir hançer çıkan birine ne kadar güvenebilirsin ki?" diyerek ayağa kalktı. Ben ise o sırada fark etmiştim hâlâ insan olduğumu, San'la konuştuğumuz zaman uykuyu geri dönüşümümün etkeni olarak düşünmüştük ama şimdi anlaşılıyordu ki bu doğru değildi.

"Bekle ne?" yanıma yaklaşırken konuşmaya devam etti.

Seonghwa: "Gece odaları karıştırmış olmalıyım, uyku sersemliğiyle tabii. Sanırım sen de yanında yattığımı fark edemeyecek kadar uykuluydun?"

Sözleriyle irileşmiş gözlerimin önünden dün geceden hatırladığım anlar geçti. Seonghwa'yı yukarı gönderdikten sonra etrafı toplamıştık ve odaya gittiğimde ise kapıyı kilitler kilitlemez yatağa bırakmıştım kendimi. Duvar kenarına yakın yatmaktansa yatağın ucuna yakın, pencereden görülebilen gökyüzüne olabildiğince yakın durarak ve bu güzel manzarayı izleyerek uyumayı tercih etmiştim. Işığı açmadığım ve yatağın ucunda uyuduğum için fark etmemiş olmalıydım.

Hançer ile ilgili sorularım daha ağır basmaya başlarken kısaca "Sanırım" diyerek kapıya doğru ilerledim. Bu sırada cebimden altın anahtarı da çıkardım ve kapıyı açtım. "Görmem gerek, hançeri." 

The Black Cat Nero | SeonghwaWhere stories live. Discover now