The Pink-Purple-White Bear

101 12 31
                                    

ฅ^•ﻌ•^ฅ 

Hongjoong'un odasına ne kadar parmak uçlarımızda girsek de onu kestirmiyorken bulmamızla sessizce kıyafet araklama planımız suya düşmüştü. Anında birbirimize bakarak B planımızı uygulamaya başladık.

Kollarımızdaki yastıkları yere bıraktığımız gibi yatağının üzerinde laptopuyla ilgilenen Hongjoong'un üzerine atladım ve onu gıdıklamaya başladım. Bu sırada Seonghwa'da Hongjoong'un dolabından eline gelen her şeyi kucağında topluyordu. Nee yapmaya çalıştığımızı anladığı gibi bize biraz tehdit içerikli şarkılar söylemeye başlamıştı...

Kulak sağlığımızı çok önemsediğinden dolayı bağırabildiği kadar bağırıyordu ki, kulaklarımızı güzel küfürleriyle kutsadığı için ikimizde ona sonsuz minnet duyuyorduk :D

Hongjoong: "NAPİYOSUN PİCHAHAAH
SEONGHWA KAFANI SİKTİRTMHAHAH ŞİMDİHAHAAHHA
ALMA LAN KIYAFETLERİMİAHAHAHAA"

ne kadar küfürlü konuşsa da kahkahalar içerisinde söylediği tek bir kelimeyi bile ciddiye almadık. bunun yerine onun bu saçma salak hâline gülerek diğerlerine verdiği konsere ortak olmaya karar verdik :D

Seonghwa'nın "KIYAFETLER BAŞARIYLA ÇALINDI" komutunu duyduğum gibi Hongjoong'u gıdıklamayı bıraktım ve o yataktan kalkana kadar, gelirken yanımızda getirdiğimiz yastıkları kafasına fırlatmaya başladım. Amaç, Ajan Star malları malikaneye götürene kadar mafyayı yastık mermilerimizle etkisiz hâle getirmem ve hızlıca kaçmamdı 😼

Ama planın en kolay kısmında başarısız olup Korean Bad Minion Joongie'nin ellerine düşmüştüm. Belinden çıkardığı bıçağı -daha çok masanın üzerinden kapmıştı- boğazıma dayadı ve Seonghwa'ya hazineleri geri getirmesi için tehdit şarkısını söylemeye başladı. Seonghwa kucağındaki kocaman kıyafet yığınıyla Korean Bad Minion Joongie'nin odasına geri döndü. Gördüğü ilk şey en önemli istihbarat üyesi olan Ajan Moon'nın -ki o ben oluyorum- boğazına dayanmış bıçaktı. Hemen, tek hamleyle bıçağı mafyanın elinden almayı hedefleyerek harekete geçti. Geriye doğru birkaç adım attıktan sonra kapının eşiğinden koşarak üzerimize doğru fırladı ancak koşmaya başlamasıyla birlikte kucağındaki yığından sarkan bir pantolana basarak kaydı ve üçümüzün de uçurumdan düşmesine neden oldu.

Biz bağırarak yardım dilenirken -aynı zamanda da uçurumdan düşüyorduk- kapıdan ne yaptığımızı çözmeye çalışan Yeosang ve Jongho'yu gördüm. Hongjoong'un düşerken bir yandan kafama vurduğu bıçağı -tarak- elinden alarak ayağa kalktım. Diğerleri de benim kalkmamla Yeosang ve Jongho'yu fark etmişti. Hongjoong da Seonghwa da birbirlerine bakıp hunharca gülerken nedense olayın dışında kalmış hissediyordum. Hongjoong'un herhangi bir şeye bu şekilde tepki gösterebilmesi -gülmesi/gülebilmesi- beni çok şaşırtmış olsa da daha çok şaşırtan şey iki dakikada bana olan önyargısını (?) kırması olmuştu. Gülmelerine devam ederlerken Seonghwa etrafa saçtığı kıyafetleri -uçurumdan düşerken otomatik kıyafet fırlatma makinesine dönüşmüştü- hızlıca toplamaya başladı.

Yeosang: "Biraz önce ne gördük biz?" Jongho'ya yönelik sorduğu sorunun cevabını "Hiçbir fikrim yok, hyung." diyerek aldı ve ikisi de olay yerinden uzaklaşırlar.

Seonghwa: "Hyewol'le dışarı çıkacaktık. Aramızdaki en küçük bedene sen sahip olduğun için senin kıyafetlerden araklamak mantıklı geldi. Alıyorum bunları." kafasıyla, yeniden topladığı kucağındaki kıyafet yığınını işaret etti.

Hongjoong: "Alabilirsin, sorun değil. Çünkü karşılığında ödemeniz gereken bir bedel var."

Seonghwa, yüzünü ekşiterek "Tahmin edeyim, yine waffle makinesi, değil mi?" diye sordu. Bunun üzerine Hongjoong'un bakışları bir saniyeliğine yere kaysa da geri ona çevirip her zamanki kendini beğenmiş tavrıyla devam etti.

The Black Cat Nero | SeonghwaWhere stories live. Discover now