8. Bölüm

30 8 2
                                    


İyi okumalar💙🖤

Bahçedeydim, boş bir bank bulup oturmuştum ve soğuk iliklerime kadar işliyordu. Aslında o kadar soğuk olmadığına emindim, ama tüm bedenim buz kesmişti, birkaç saniyede bir ürperiyordum.

Parmak uçlarımı hissetmiyordum, sanki üzerlerinden milyonlarca kırkayak geçiyormuş gibi uyuşuyordu. Bacağımı bir aşağı bir yukarı sallarken adeta şiddetli bir deprem oluşturuyordum, sadece o depremi hisseden tek şey vücudumdu; ya da hissetmesi gereken ama hissedemeyen, çünkü kendimi su altında gibi hissediyordum.

Kollarımı vücuduma sardım ve gözlerimi kapattım. Bir süre boyunca hiçbir sey düşünmemeyi başarabilmiştim, hâlâ üşüyordum, ama ayağımın sallanması ve onunla doğru orantili olan depremim durmuştu.

Telefonum tekrar çalana kadar tabii.
Kollarımı vücudumdan çözdüm, sağ elimi saçımdan geçirdim ve avuç içimi alnımla birleştirdim. Gözlerim hafifçe dolmuştu, ama ağlamaya niyetim yoktu.

Biraz güçlü ol ve o telefonu aç, Freya.
İyi de ben güçlü biri değildim ki.
Onunla asla yüzleşemezdim. Bana söylediği o kadar şeyden sonra değil sesini duymak, adını anmak bile istemiyordum.

Telefonun ısrarla çalmaya devan etti, saniyeleri saymaya başladım. Tam yetmiş sekizinci saniyede ani bir öfke dalgasıyla sarsıldım ve telefonu kaptığım gibi açtım.

"En son hayatımdan siktir git seni sürtük, diyordun." dedim acımı ve öfkemi alayla gizleyerek. "Ne değişti de numaramı ısrarla aramaya karar verdin?"
"Adin... lütfen, beni dinle-" diye lafa başlayan Sude'nin sözünü kestim.

Sude ile ilk tanıştığimızda ikimiz de üç yaşındaydık, kreşe gidiyorduk.
O r'leri söyleyemiyordu, bu yüzden bana hiçbir zaman Freya diyememişti, ben de ondan Adin demesini istemiştim.
Bana Adin dedigi zaman ismimi sevdiren tek kişiydi. Çünkü Adin demek Sude demekti, Adin ismim bana hep Sudeyi hatirlatırdı ve ona büyük bir sevgiyle bağlıydım.

"Adin diyerek çocukluğumu kirletme," dedim iğrenerek. "Bana bunu da yapacak kadar alçaldın mı?"
"Eskiden Adin dememi isterdin," dedi fısıldayarak. "İsmini duyduğunda mutlu olurdun."
"Artik benim için Adin yok," dedim düz bir sesle. "Çünkü benim için sen yoksun, Önder."
"Bunu yapma, benim adım Sude," dedi hâlâ fısıldarken. "Sen nefret ettiklerine soyadıyla seslenirsin."

"Algılayabilmen güzel," dedim buz gibi bir sesle. "Sense agladığında, ağladığını belli etmemek için fısıldarsın Önder, sanırım sözlerinin etkisi bende geçtiğinde sende başlamış." dedim. "Söylesene, bana değer vermeye ne zaman başladın, iki gün önce mi, yoksa bir mi?"

O hançeri bana saplamıştı, şimdiyse ben o hançerin sapını tutmuş, etimden ve kemiğimden ayirmış ve onun tam kalbine saplamaya başlamıştım. Yavaşça, daha da acı çekebilsin diye...

"Bak, lütfen, ben... çok pişmanım." derken hıçkırık sesi kulaklarıma ulaştı.
"Daha fazlasını söyleyemediğin için olması lazım. Devam ettirmek için mi aradın?" dedim gülerek. O bu gülüşümü de biliyordu, sadece nefretimi ve öfkemi gizlemek için kullandığımı da... "Gerçi, söylemediğin ne kalmiştı bilmiyorum, kalsa da artık beni yaralayabileceğini sanmıyorum."

"Lütfen böyle davranma," dedi ağlayarak.
"En son bana sürekli mutluluğunu bozmaya çalişan bir sürtük gibi davranmamamı söylemiştin diye hatırlıyorum," dedim soğukkanlılıkla. "Hangisini yapmalıyım, sen seç."
"Onları söylememeliydim," dedi Sude, yine fısıldayarak. "Her biri için, senin gibi binlerce kez parçalanıyorum ben."

"İşte orada yanlışın var," dedim tespit eder gibi. "Çünkü beni parçalayabilecek kadar değerli değilsin, değildin, olamayacaksın da. Parçalamaya gücünün yettıgi tek sey anılardı."
"Anilarımızdı," diye kendince düzeltti Sude. "Ve ben hepsini tekrar birleştireceğim, kabul etmediğin kırık kalbini de."

SpotlightHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin