GİRİŞ BÖLÜMÜ

1.6K 113 14
                                    

Herkeslere merhabaaa:)
Uzun bir aradan sonra yeniden birlikteyiz. Yoğunluğum elbette devam ediyor ama burayı da çok fazla ihmal ettiğimi fark ettim. Bu arada güzel bir haber de vermiş olayım... Basıma gönderdiğim polisiye / aşk konulu yeni bir kitabımız var. O kitapta Ilgaz’ın Ada'sından tutun da Arman'a, Semin ile Dağhan’a hatta Özüm'e kadar sevdiğiniz birçok karakter var. Duyuru sonlandırıp hemen yeni kurguma geçiyorum. Çok severek yazdığım bir kurgu oldu. Umarım sizde benim kadar seversiniz:)
Giriş bölümü sizindir kitap dostlarım...

Keyifli okumalar :)


 ***

Derler ki kaderin yazdığını hiçbir silgi silemez. Değiştirmeye gücü yetmez kimsenin. Kaderin kalemi, kâğıt kesiğine benzer, görünmez. Yalnızca keskin bir acı ve iz…”

Naif bir ses tonuyla satırları okuyan kadına omzunun üzerinden bakıp, önüne döndü. Geliyorlardı… Boş bakan toprak rengi gözleri bir kez daha zifiri karanlık araziye çevrildi. Her yer, her şey zifiriydi. Tıpkı beyninin içi gibi… Aldığı nefesle göğsü inip kalkarken, geniş araziyi aşmak üzere etrafından dolanan konvoyu izlemeyi sürdürdü.

“Alın yazısı, bileğindeki değil boynundaki iptir. Seninle aynı kaderi yaşayacak olanın da benzer bir ipi vardır boynunda… Kiminin ki kırmızı, kimininki de kömür karası…”

Sözlerin devamını ezbere bilmesine rağmen, tepki vermedi. O kitabı hatmettim, sayfaların rayihasında kayboldum diyemedi. Gözleri boşlukta kulağı naif seste az sonra yazılacak olan kaderi, değişmez denen yazının nasıl değiştiğini görmek için bekledi.
Toprak yolu tozu dumana katan araçların telaşını anlamayarak bakındı dört teker üzerinde yaklaşan cellatlarına…

Loş bir oda, kitap ve müzik… İyi bir üçlü olabilirdi. Başka bir zaman diliminde onlasalardı eğer. Fakat ne zaman doğruydu ne de an. Sadece kısık sesli eski bir parçanın yüreğine zuhur etmesine izin vardı. En sevdiği şarkının nakarat kısmı geldiğinde göz kapaklarını sıkıca birbirine bastırdı.

“Bir ben var ki benim içimde, beden öte benden ziyade…
Bir sen var ki senin içinde, senden öte senden ziyade…”

Yorgunca bir soluğun dudakları arasından sızışına mani olmadan alnını pencere pervazına dayadı.

“Günlerdir konuşmuyorsun, ağzına tek lokma koyduğun yok.  Hiçbir şeye hiç kimseye en ufak bir tepki vermiyorsun. Herkes bu halinden endişe duyuyor.”

Gözleri evin bahçesini işgale durmuş araçlardayken, kulağında hala kısıkça duyulan melodinin izleri vardı. Endişeyle konuşmakta olan kadına tepkisizliğini sürdürüyordu.
Koca villanın önünü çepeçevre saran etten duvarlara öylece baktı. Aşağı kattan duyulan telaşlı seslere kulak tıkarken, yatağında oturan kadının burukça “Süvariler geldi.” diyen mırıltısını duydu.

Geldiklerini zaten görmüştü. İzahat vermeye ne gerek vardı. Tepkisizliğini sürdürmeye kararlıydı. Ta ki onu görene kadar… Savaş Süvari…

Savaş… En büyük acziyeti, korkusu, kâbusu, can acısı…

“Diyar, kurban olayım tepki ver. Süvariler geldi diyorum.”

Savaş… En büyük düşmanı, katili…

En sondaki aracın içinden çıkmıştı. Etrafını saran adamlara yukarıdan küçümseyici bir bakışla bakıyordu. Kaşları yine çatıktı. Her zaman olduğu gibi… Dostunu düşmanını ayıran bir bakış hâkimdi zeytin karası harelerinde. Kirli sakalın çevrelediği çenesini sıvazlayarak omuzlarını gerdiğinde önünü açan adamlara yüzünde tek kas oynamadan gidelim dercesine başını salladı.

Onun önünde eğilen, ceket ilikleyenlere tiksinti dolu gözlerle bakıyordu Diyar, tüm bunlar midesini bulandırıyordu. Sanıyordu ki o da aynı hissiyat içindeydi. Çünkü tanıdığı Savaş, öyle hissederdi. Eskiden öyleydi…
Omuzları dik, başı önde bastığı yeri titreten adımlar atan adamın sırtını gözden kaybolana kadar izleyip yeniden sıkıntılı bir soluk aldı.

“Süvariler…” dedi genizden duyulan bir sesle. “Senin de bildiğin gibi kan diyetini almaya geldi.

KARANLIKLAR İÇİNDEWhere stories live. Discover now