11. BÖLÜM / KAYBOLAN UMUTLAR

464 80 30
                                    

Bana göre uzun size göre kesinlikle kısa bir bölüm... Kendimi zor durdurdum aslında :)) daha devamı vardı ve dur bakalım burada canım kendim gerisi diğer bölüme diye diye anca kestim:)

Medya Leman Sam / Gül Güzeli

Keyifle okunsun :)
Yorumlarınızı bekliyorum...

 ***

Aslında herkes kendi hikâyesinin ana karakterdir…

Aslolan neydi bilmiyordu Diyar, devam etmek mi yoksa her şeyi olduğu gibi tükendiği yerde bırakmak mı? Artık hiçbir şey bilmiyordu. Doğru olan neydi, yanlışı nerede yapmıştı, geldiği duruma bile tepki veremiyordu artık. Çünkü tüm bunlar onun için çok fazlaydı. Dahası bu belirsizlik bittiğinde neyle karşı karşıya kalacağı koca bir muammaydı.

Çocukluğunu hatta gençliğini geçirdiği evin duvarlarında gözlerini gezdirirken tam olarak bomboş hissediyordu. Sanki buraya ait değildi. Hiç olmamış gibi…

Oysa gerçek öyle değildi. Ailesi, yuva dediği yer buraydı. Annesi, babası, abileri… Peki, neden öyle hissedemiyordu. Neden aile dendiği zaman aklına ilk Savaş geliyordu? Neden en çok nefret ettiği adamın yanında güven duygusu ağır basıyordu? Ardına bakmadan kaçması gerekirken nasıl oluyor da huzur bulabiliyordu?

Telaşsızca odada dolandırdığı bakışları nihayet eline inebildiğinde dakikalardır elinde tuttuğu fincanı fark etti. Boş boş fincanın içindeki kahveye bakarken asıl farkındalığı içindeki boşlukla yaşadı. Kendi evine gitmek istiyordu. Gariptir ki bunu hiçbir koşul olmadan istiyordu.

“Acıktın mı kuzum?” diye soran annesine gözlerini kırpıştırarak döndüğünde ilk ne dediğini anlayamadı.

“Pardon, dalmışım. Ne demiştin?”

“Acıktıysan…”

“Yok annem, aç değilim. Babamların işi bitsin hep beraber otururuz masaya. Ayrı ayrı gerek yok şimdi.” Eve geldiklerinden beridir çalışma odasına kapanmış baba oğlun şüphe çeken garip tavırlarını sorgulamadı bile. Her zamanki halleri deyip geçiştirirken Kanun Bey’in kanunsuz işleri işte diye iç çekti.

“Tebrik ederim Diyar’ım, tasarımın testten geçmiş.”

“Hazan iyi hatırlattı. Aferin benim kızıma…”

Diyar, gerçek bir gülümsemeyle dudaklarını araladığında ağzının içine bakan anne ve yengesine şirince göz kırptı. “Kimin kızıyım dimi anne?”

“Benim akıl küpü kızımsın tabii.” Annesi göğsünü kabarta kabarta kızını severken yengesinin annesine masum masum bakan bakışlarına denk geldi. Hazan’ı çok başka seviyordu Diyar. Yenge gibi değildi Hazan, ilk arkadaşı, sırdaşıydı. Gökalp’in kıpkırmızı gözlerle bir gece vakti elini sıkı sıkıya tuttuğu Hazan’ı bu kız benim karım olacak diye eve getirdiği o anı ömrü boyunca unutamazdı.

“Hazan kimin kızı peki annem?”

“Hazan’ımı ben doğursam anca bu kadar bana benzer. Hıh demiş burnumdan düşmüş kuzucuğum. Tabii ki benim kızım, kimin kızı olacak başka!?” annesinin acayip değişik mimiklerle konuşmasına kahkaha attı. Göz ucuyla baktığı yengesinin çocuklar gibi sevindiğini fark ettiği an annesine bir kez daha hayran kaldı. Bir gün bile hor görmemiş, kendi kızından ayırmamıştı. Hatta ve hatta kendi kızından bile çok ilgilenmişti onunla.

“Kıskanıyorum ama…” yalan, onu kıskandığı tek bir an bile olmamıştı. O gece ilk tepki veren oydu. Sofra başında kal gelmiş ailesinin derin sessizliğini “Yaşasın abim bana yenge getirmiş!” diye bölen, kızı kolundan tuttuğu gibi masaya çekiştiren, masada ne kadar yiyecek varsa önüne yığan yine oydu. Babasının dakikalar sonra “Çalışma odasına. Çabuk!” diye kükremesinden sonra Atahan abisinin ilk defa babasına “Gökalp’i dinleyeceksen o odaya gireceğim. Yok, dinlemeyeceğim diyorsan kardeşimi de karım olacak diye getirdiği kızı da alıp giderim.” diyerek diklenmesine o gün rast gelmişti. Ben bilirim Atahan’ın babalık taslamasına deli olsa da mertliği yüzünden çok seviyordu onu.  Kim ne derse desin söz konusu kardeşleriyse yapmayacağı yoktu.

KARANLIKLAR İÇİNDEWhere stories live. Discover now