24. BÖLÜM / KANLI VEDA

518 86 16
                                    

Geldik kırılma noktasına... Bu bölümü yazana kadar... Zordu çok zor.

Medya / Cem Adrian Kül

***

"Çarmıha gerdiler" Sözünün her zaman farklı bir anlamı olurdu. Kimi yaşadığı sıkıntı itibariyle bu sözü kullanır kimi de suçlu-suçsuz bir kimseye verilen ceza olarak addederdi. Peki, ya Savaş… Onun durumuna ne demeliydi? Ameliyat masaları da bir nevi çarmıh değil miydi? Belki ayakları ve avuç içleri çivilenmemişti ama kolları masaya bağlanmış, başı yeşil bir örtü ile kapatılmıştı. Ağzından sarkan borular, yaşam fonksiyonlarını ölçen aletler her bir yanındaydı.

Derler ki; Allah sevdiği kullarına ahirette azap etmemek için günahlarının kefareti olsun diye sıkıntıları bu dünyada verir.

Bir de sevmek ve imtihan kanunu vardır ki; işte en önemli kıstas da budur. Çünkü insan kimi çok severse, isterse onunla imtihan olma, ona ulaşamama ve onu kaybetme olasılığı o kadar artar. Bilinir ki kişi en çok sevdiğiyle imtihan edilir.

Allah der ki; kimi benden çok seversen onu senden alırım… Ve ekler; “Onsuz yaşayamam” deme, seni onsuz da yaşatırım.

“Hastayı kaybediyoruz!”

Ne kritik ne acı bir durumdu Seçkin için. Ayakları bedenini taşıyamaz hale geldiği an dizleri üzerine yıkılıverdi. Sanki bedeni boş bir çuvaldı da görünmez bir el ileri doğru savuşturuvermişti.

“Hocam, abim…” derken boğazına batan o iğne nefes alışını bile engeller nitelikteydi. Birçok hasta yakınının acısını paylaşmış, yeri gelmiş güzel haberler vermiş, yeri gelmiş kötü haberlerle çıkmıştı onların karşısına… Böylesi elzem bir durumun metini olmuyordu, biliyordu. Yüreği kendi canının canı için parçalarken ise hiçbir sözün tesellisi yoktu.

“Kan basıncı hızla düşüyor.”

“Çık dışarı!” Profesör alnından şakağına süzülen ince ter damlasının sıcaklığını bulunduğu soğuk ortamda bile hissederken hızla işine geri döndü. Elleri gözle görülür bir biçimde hızla hareket ediyordu. Riskli bir ameliyatın ortasında, hayatı söz konusu olunan bir hasta vardı masanın üzerinde.

Seçkin düşüp kaldığı yerden güçlükle toparlanıp kalktığında koluna giren görevlilere zorluk çıkarmadan ameliyathaneyi terk ederken hocasının direktiflerini, yönlendirme ve ikazlarını duyuyordu.

“Üzgünüm Seçkin Hocam.” Hemen kapının önüne bırakıp geri dönen görevlinin ardından kapıya yaslandığında yavaşça yere doğru süzüldü.

“Seçkin!” ameliyathane koridorunu sesiyle inleten adama dizlerindeki başını kaldırdığı an kendini daha fazla tutamayan Seçkin’in dudakları aşağıya doğru büküldü, çenesi titredi.

“Atahan…” derken başını hafifçe yana yatırıp yardım dilenircesine heybeti ile yeri sallayan adama baktı. “Bir şey yap…”

Duvara tutunarak yerinden kalktığı gibi Atahan’ı yarı yolda karşılayan kızıl saçlı kadın, gözleri deli bakan adamın boynuna kollarını doladı. “Bir şey yap Atahan, gitmesin abim…”

Atahan, önlenemez bir öfkeyle korumaların etrafını sardığı 10 kişilik gruba döndü. Her biri kendi alanında uzman, farklı ülkülerden önemli bir sempozyum için bir araya gelmiş doktordu. Sadece bir telefonla kongre merkezinden apar topar aldırmıştı onları. Şakağını, kolları arasındaki kadının başına yaslayıp soluklanırken sakinleşmek içinse derin derin nefesler alıyordu.

“İçerideki hastanın iyi haberini vermek harici dışarı çıkmak yasak! Tek bir olumsuzlukta…” kadının beline sardığı kolunu hafifçe havaya kaldırdı ve hastaneyi işaret edercesine ovalce bir daire çizip gülümsedi. “Hepinizi diri diri yakarım. Kardeşim öldüğü an bu hastanede yaşayan tek bir canlı bırakmam.”

KARANLIKLAR İÇİNDEWhere stories live. Discover now