41. Bölüm

917 40 16
                                    

Merhaba, sonunda gelebildim :) Bu bölümün başına gelmeyen kalmadı. 7 bin kelime taslak halindeki bölüm ve uzun zamandır yazdığım yazılarım telefoncunun hatası yüzünden silindi... Tekrar yazmaya başladığımda da uygulama kaydetmediği için ikinci defa silindi. Tabii hâliyle bu olanlar beni oldukça yıprattı. Hem dinlenmek, hem de vize dönemimi atlatmak için bir süre köşeye çekildim. Şimdi de tekrar başına bir şey gelmesin diye olduğu kadarını atıyorum. Biliyorum bu kadar çok beklemişken bu bölüm çok kısa ama yaptığım ankette yazdığım kısmını atmamı istediniz. Ben de daha fazla bekletmeden atıyorum. Bölümün devamını yazmaya kaçıyorum. Keyifli okumalar dilerim ♡

~~~~~~~~~~

Dostoyevski, Suç ve Ceza da şu satırları dile döker: Aslında insanı en çok acıtan şey, hayal kırıklıkları değil; yaşanması mümkünken yaşanmayan mutluluklardı.

Fakat Shakespeare ise Atinalı Timon adlı eserinde şunları dile getirir: İnsan hep olduğu gibi kalmaz ya. Zaman ve acılar bu hale getirmiş onu; yine zaman, daha cömert bir elle, eski günlerin mutluluğunu geri getirebilir...

Velhasıl kelam bizler de acı çekmiştik, yaşayabilecekken yaşayamadığımız mutluluklar yerine sırtımıza yüklenen acılarımız olmuştu. Bunlar bizleri büyütmek ve olgunlaştırmak içindi. Vakti gelince de o acıları bizlere veren hayat, mutluluğu da mükâfat olarak sunuyordu önümüze. Asıl mesele görmekti. Görmek ve doyasıya yaşayabilmekti o mutluluğu...

Şimdi bana sunulan bir mutluluk vardı. Elbette hüzün ensemde anının gelmesini bekliyordu. Ama onu düşünerek de yaşanamazdı değil mi ? Ölümün ne zaman bizleri bulacağını da bilmiyorduk ama ensemizde Azrail an kolluyor diye yaşamayı da bırakmıyorduk.

Şimdi neden bir gün üzüleceğim diye mutlu olmaktan kaçayım ki ?

Bana sunulan nimeti kucakladım ve kendime bir söz verdim. Eğer mutlu olmak için bir fırsatım varsa, ne olursa olsun onu sonuna kadar kullanacaktım. Kendime bunu borçluydum.

Kendim için bir adam attım ve karşımdaki manzaraya gülümsedim. Aktan, hamsilerle cebelleşirken yüzü şekilden şekle giriyordu. Hamsiyi temizleyeyim derken telef etmişti resmen, orası da ayrı bir durumdu. Hamsi dile gelse yeter, diye çığlık atardı.

"Tazecik hamsiler telef oldu elinde" dedim kendimi tutamayarak.

Çatık kaşlarıyla, dikkatle temizlemeye çalıştığı hamsilerden gözlerini ayırarak baktı bana. Birkaç saniye içinde çatık kaşları düzelirken gözleri gözlerimde değil, dudaklarımdaydı. Daha doğrusu gülümsememdeydi, tıpkı benim onun dudaklarında yeni filiz vermiş gülümsemeye baktığım gibi.

"İlk defa balık temizliyorum. Genellikle temizlenmiş alırdım ya da dışarda yerdim" dedi.

"Orasını anladım zaten. Ama sandığın kadar zor değil, sen işi biraz zora sokuyorsun" dedim ve elimdeki temizlenmiş hamsiyi leğene koydum. "Ben yaparken elimi izle. Ne kadar kolay olduğunu sen de göreceksin"

Poşetin içinden yeni bir hamsi daha aldım ve yavaşça ona nasıl yapılacağını gösterdim.

"Hadi bir daha dene bakalım" dediğim de yeni bir hamsiyi bu sefer gösterdiğim gibi temizledi.

Şimdi bir öncekinden daha iyi yapıyordu, sadece biraz yavaştı.

Ona gülümseyerek bakıp bir tane daha hamsi adım elime ve el çabukluğuyla temizledim.

"Nasıl bu kadar hızlı temizliyorsun ? Seni gören de her gün balık temizliyor sanır" dedi Aktan, yalandan bir huysuzlukla.

"Bir dönem öyleydi" dedim küçük bir tebessümle.

ZEMHERİ (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin