42. Bölüm

811 39 26
                                    

Oldukça uzun bir aradan sonra yine ben. Biliyorum sizi çok beklettim ama okul ve KPSS üst üste beni fazlasıyla yordu. Ama boş durmadım 17 bin kelimeye yakın, hatta geçebilecek bir bölüm yazdım sizin için. Fazla uzun olduğundan düzenlediğim ilk kısmı sizi daha fazla bekletmemek için atıyorum. Diğer kısımıda düzenler düzenlemez atacağım bitanelerim

Keyifli okumalar dilerim ♡

Multi: Emir Can İğrek = Kor

Cem Adrian & Birsen Tezer = Beni Hatırladın mı

~~~~~~~~~~

Sil baştan başlamak...

Belki de en zoru buydu. Hakkımızda bir romanı dolduracak binlerce kelime yazılmış da bir yer gelince hepsi silinmiş gibiydik. Acı çekiyorduk ama bu zehirli tutkuya da bir son veremiyorduk. İzlerimiz vardı sayfalarda ama hiç var olmamışçasına baştan yazılıyorduk. Onca ama vardı lakin biz bir yenisini daha ekleyerek yine de devamını getiriyorduk...

Bizden beklenen de sil baştan yaşamaktı. Bence bu mümkün değildi. Geçmiş şimdi ellerimiz arasında tuttuğumuz kitap sayfaları olmasa da bir şeyler yaşanmış ve bunu sadece yazan ve yaşayanlar biliyordu. Biz biliyorduk. Kurma bir robot gibi aynı satırları farklı kelamlarla dolduramazdık. Sahte, samimiyetten uzak bir ilişki bizim sevdamıza en büyük hakaret olurdu. Lakin eskiden ders alıp hikâyemizi daha güçlü yazabilirdik. İnancımız daha kuvvetli olurdu. Daha çok savaşırdık birbirimizin güvenini kazanmak için, daha çok severdik yaralarımızı sarmak için...

Başta acıyacaktı, dürüst olmak gerekirse fazla acıyacaktı. Güven ucu sivri bir metal parçasıydı ve bir defa tutan el arasından kaçarsa hedefini derinden yaralardı. Saplanması ayrı, saplandığı yerden çıkarması ayrı, iyileşmesi ise apayrı yakardı insanın canını. Canım yanıyordu, canı yanıyordu. Güven okunu tutan yayların kirişini iyice germiş, hiç beklenmedik bir anda tam hedeften, kalplerimizden vurmuştuk.

Korkularımız vardı, ya bir daha yaparsa diye başlayan. Benim dile getirmekten asla çekinmediğim, onunsa daha fazla yaralamamak için söylemese de elimi sıkı sıkı tutan elinden bile belli olan kaybetme korkusu. Aktan bunu dile getirmiyordu ama bu konu bir gün yine gün yüzüne çıkacaktı. Biz sadece susup zamanının gelmesini bekliyorduk. O zamana kadar üç maymunu oynayarak, kendi yaralarımızın yanında başkalarına da iyi gelmeye çalışıyorduk. Kendimize iyi gelemesek de başkalarına iyi gelmekte ustalaşmıştık...

Aktan, "Çok güzel bir müze" dediğinde zihnimin bulanık suları durgunluk kazandı.

Trabzon Şehir Müzesindeydik. Girişi yapmış, etraftaki eski eşyalara, tablolara, duvara asılı tarihçelere ve balmumu heykellere ilgiyle bakıyorduk.

"Evet, öyle. Trabzon'un küçük bir maketi gibi" dedim etraftaki eşyaları incelerken.

İlk geldiğim halinden daha iyi görünüyordu. Bir yerin renove edilmesi genellikle iyi düşünülmezdi ama bura eskisinden çok daha iyi olmuştu doğrusu.

İlk olarak duvara asılan tarihçeleri okumuştuk. Ülkemiz birçok kültürü, köklü geçmişiyle içinde barındırıyordu ve bu kültürel değerler açısından Karadeniz önemli bölgelerden birisiydi. Birçok medeniyeti yıllarca içinde barındırmış, çokça savaş görmüştü ve bunların hepsi Karadeniz'de görülmesi gereken izler bırakmıştı.

Şehrin tarihçesini okuduktan sonra özenle yapılan balmumu heykelleri ikinci durağımız olmuştu. Yöresel kıyafetleri taşıyan heykeller gerçeklerinden ayırt etmesi güç olacak kadar iyi yapılmıştı.

Biraz daha ilerleyince camlar ardında sergilenen minimalist savaş gemileri ve geçmişten günümüze kadar gelen silahlar sergileniyordu. Burada gözlemlediğim bir şey de insanların silaha olan düşkünlüğüydü. Bir silah sesi duyulmaya görsünler, herkes balkona koşar bir şarjör de onlar boşaltırdı. Bir nevi alarm gibiydi silah sesi. Her şehrin, yörenin garip adetleri olduğu gibi, Trabzon'un da benim için en garip yanı bu olmuştu.

ZEMHERİ (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin