Bölüm 8

110 25 12
                                    

Sabah Bayan Mei'ye iş verip üzerine kapıyı kilitlediğimde kendimi yeterince tedbirli hissetmemiştim ama Ares evdeydi ve kimsenin o odaya –hâlâ kanatların ve boynuzların olduğu odaya- girmesine göz yummayacağını adım gibi biliyordum.

Kendimi çıkmaz sokaktan sabah telaşesine attığımda yeni bir günün başladığını iliklerime kadar hissetmiştim. Arada üç beş kişiye ufak selamlar verdiğim kahvehaneler, barlar, tavernalar, restoranlar tanıdık bir yerde olmanın hissettirdiği rahatlıkla beni kucaklıyorlardı.

Yanımda birkaç bin para vardı. Yine dünkü mekâna doğru gidiyordum. Ondan aldığım kadına karşılık olarak birkaç bini şimdilik eline bırakmam gerekiyordu ki dikkat çekmeyeyim. Aslında oraya kontrol amaçlı da gidiyordum. Planımın ne halde olduğunu görmeliydim. Kimse çok üzgün veya ciddi değildi hatta ve hatta herkes de çakırkeyif bir hal hâkimdi. Bu benim birkaç sokağı atlayıp yolu uzatmak için meydana gittiğimde karşılaştığım görüntüler ile bölündü.

Meydanda herkes önemli bir şeyi konuşuyormuş gibiydi. Uğultulu bir hava vardı. Oradan oraya koşan beyaz renkli cüppeler giymiş adamlar vardı. Ve genellikle koşuş yönleri dünkü köşedeki mekâna doğru olduğunu tahmin etmek zor değildi. Etrafa dağılan beyaz önlüklüler de vardı. Bir tanesi bir kahvehanenin verandasına yatırılmış kişinin başına geçiyordu. Bir diğeri yere yığılmış şık giyimli –muhtemelen soylu- birinin başındaydı. Dün orada kaç kişi vardı? Ben kaç kişinin ölümüne bir günde sebep olmuştum?

Bakışlarımı sanki bu mahşer yerini beklemiyormuşum gibi, çok şaşırmışım gibi bir hale soktum. Ben şoktaymış gibi dikilirken elbet birisi yanıma gelerek ne olduğunu anlatma zahmetine girerdi.

Gözlerim bu sefer tiz çığlığın koptuğu bir birahaneye çevrildi. Bir adam daha yere yığılmıştı ve orada çalıştığı belli olan bir kadın yığılan adama ağzı bir karış açık şekilde bakakalmıştı. Bu meydanda daha çok restoran ve kahvehane gibi yerler olmasına rağmen tavernaların sayısı da az değildi. Genelevler ise daha çok görülen yerlerdeydi. Çünkü herkesin yolu kahvehaneye ya da tavernaya düşebilirdi. Ama kimsenin aklına durduk yere geneleve gitmek gelmezdi. Buranın sahipleri de -aynı dünkü dükkân gibi- kendi mekânlarını köşelere ya da daha uzun iki üç katlı binalara kuruyordu.

En az 40 kişi... O an mekânda en az 40 kişi vardı ve bunun az bir kısmı benim kattığım tozdan sonra şarap almıştı. Ama açık arttırmalar özellikle geceleri olurdu ve o salona gelenler ile birlikte bu sayıyı hayli geçiyordu. Bir günde kırk kişi ve şaraplar birbiri ile karıştırıldıysa ilerleyen günlerde daha da fazlası... Aklım beklenmedik bir şekilde sayılara kaymıştı. Bu kadar kişinin aynı ortamda bulunduğu düşünülürse... Lanet olsun! Normalde asayişi sağlayan hiç kimsenin bulunmadığı bu lanet şehirde bu, dikkat çekecekti ve belki de sorgulama için talep olacaktı. Herhangi bir sorgulamada dün herkesle muhatap olan Bayan Mei'nin yardımcı olmasını engellemiştim ama ya Bayan Mei'yi oradan almam Şaklaban'ın dikkatini çektiyse? O zaman ne olurdu? Ben de o gün orada olduğum için şüpheli kümesine alınır mıydım? Bir de üstüne üstlük rahatsızlanmamıştım bile. Daha da şüpheyi üstümde toplayacaktım. Ama Şaklaban dün iyi bir ses getirmişti. Kendisi sorgulamayı reddedecekti çünkü sorunun kendi mekânında çıkacak olma ihtimali onu korkutacaktı. Sonra sorgulama ve araştırma talep eden soylular arasında bir savaş başlayacaktı eğer ben bunu bir salgın hastalık gibi göstermezsem tabii ki.

Mahşer yerine bakarken bir anda yüzümde beliren keyifli sırıtışa engel olamadım. İtiraf etmek gerekirse olasılıklar üzerinde bu işe girişmeden önce de durmuştum. Sayısını hatırlayamayacağım kadar senaryo yazmıştım. Soyluların kendi kendilerine bir sorgulama talebi de bunlar arasındaydı. İşimin henüz bitmediğini ve ihtimallerden kaçmak için devam etmem gerektiğini biliyordum.

KANATLARIN RUHUWhere stories live. Discover now