Bölüm 44

16 3 0
                                    

Büyük bir sarsıntı ile uyandığımda ne olduğunu anlamak için etrafa bakındım. Yanımdaki pencereden dışarıya çıkarınca gözlerimin önüne serilen koyu maviliğe takılı kaldım. Gözlerimi kırpıştırarak yarım ay şeklindeki ayın ışığının deniz üzerindeki hareketi biraz izledim. Bir yanımız dağ, diğer bir yanımız denize açılan bir uçurumdu.

İçeriye baktığımda yanımda oturan Klus'un kanatlarını kendine koza gibi sardığını ve muhtemelen uyuduğunu gördüm. Öndeki adamı göremiyordum ama nereye gittiğimizi bilmeye ihtiyacım vardı. Limanı çoktan geçmiştik.

Adama seslenmek için dışarıya bağırmam gerekeceğinden sol elimle Klus'un siyah kanadına hafifçe dokundum. Bu sırada beyaz kanadına saplanmış oku fark edebilmiştim. Benim yaralarım tamamen aklımdan çıkmıştı.

Klus irkildi ve kanatlarını etrafından çekerek uykulu gözlerle etrafı izledi. Boğazımı temizledim üstümden asla gitmeyen ağırlığı atmaya çalıştım. "Nereye gidiyoruz?" diye fısıldadım.

Büyük bir esnemeyle kendine geldi. "Sekoya Bahçesi'ne gidiyoruz sanırım ama," dedi ve pencereden dışarıya baktı. "Birazdan duracağız."

"Sekoya Bahçesi neresi oluyor?" diye sordum bu sefer. Benim fısıldayan sesime mi ayak uydurmuştu yoksa sessiz olmamız mı gerekiyordu bilmiyordum.

"Durduğumuz ve," duraksadı ve kolumu işaret etti. "İyi olduğumuz zaman sana her şeyi anlatacağım."

Tekrar dışarıya baktı ama onun tarafı sadece ağaçla kaplı dağı görüyordu. Sadece tek bir arabanın sığabileceği bir patikadaydık. Buranın nereye gittiği konusunda hiçbir fikrim yoktu. Öndeki adamın beni kurtarmış olmasını neye bağlamalıydım bilmiyordum.

Klus, "Buradan yerimizi tam bulamıyorum," dedi. Benim tarafıma yaklaştı. "Bir saniye," diyerek benden izin istedi. Üzerimden eğilip camdan dışarıya özellikle de aşağıya geçtiğimiz toprak zemine baktı. Kanatlarını arkasında katladığı için karşı koltuktaki bir çift siyah kanadı rahatlıkla görebiliyordum. Uyandığımdan beri o tarafa bakmaktan özenle kaçınmıştım. Kanatlara nedense dokunmak istiyordum ve bu güzelliklerini korumam gerekiyormuş gibi hissediyordum. Belki de bunun sebebi neyse kanatları yakmamamın sebebi de oydu.

"Birkaç dakika sonra gidiş yönümüzün sağına doğru hızlı bir dönüş yapacağız," dedi kendi yerine geri dönerken. Gözlerimi Raymond'un kanatlarından ayıramıyordum. Klus'un nereye baktığımı fark ettiğinden emindim. "Yani," diye devam etti. "Kendini dönüşe hazırla."

Başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım. Sonra gözlerimi sıkıca açıp kapayarak gözlerimi kanatlar üzerinden çektim.

"Arabayı süren kişi kim tam olarak?" diye sordum. Sesim oldukça kısıktı hatta Klus'un duyup duymadığından emin değildim.

"Sen tanımıyor musun?" diye sordu şaşkınlıkla. İki kaşı da havalanmıştı. Başımı iki yana salladım.

"Tanımam gereken birisi mi?" diye sordum. O, beni kurtarmış olsa da ve Daekartaları karşısına almış olsa da tanımadığımı belli ettiğimi düşünmüştüm.

"Seni kurtardığı için belki bir bağlantınız vardır diye düşündüm," diye mırıldandı.

"Neden beni kurtardığı," dedim ve derin bir nefes aldım. "Neden kendi ırkına karşı çıkıp beni koruduğu konusunda hiçbir fikrim yok."

Gözlerim tekrardan kanatların ay ışığı altında parlayan siyah tüylerine takıldı. Kanatlara dokunursam sanki her şey tekrar başa saracakmış gibi hissediyordum.

"Onu hatırladığım kadarıyla biraz tanırım." Durdu ve daha açıklayıcı olduğunu düşündüğü şekilde devam etti. "Yani kulaktan dolma bilgiler hepsi ama Trumanlere her zaman karşı çıkan birisi olduğunu hatırlıyorum." Benim akıl yürütmemi beklercesine duraksadı.

KANATLARIN RUHUWhere stories live. Discover now