Timur'dan Mektup

33.6K 2.1K 153
                                    

Cansu...

Kollarımın arasında yaşam için çırpınan ama uçmaktan korkan bir küçük serçe. Yaşam ya da ölüm kararını ellerimin arasında beklerken çırpınan o minicik yüreğinde barındırdığı kocaman yaşamdan korkuyorum. Onun hakkında vardığım hükümlerin yanlışlığına ilk defa böylesi hem seviniyor hem üzülüyorum.

Ben duygularıyla yaşayan bir adam değilim. En başından beri ben bu olmak için yetiştim büyüdüm. Benim için görev demek her şeyden önce gelir. Babam da buydu ben de buyum. Oysa şimdi ilk defa karşımda ki bu serçe karşısında kendimi sorguluyorum ve saklamak istiyorum günahlarımı. Beni güçlü yapan günahlarımken bu kadının karşısında aciz kılıyorlar. İnsan oluyorum... Taşımaktan gocunmadığım yükler üzerime üzerime geliyor. Bir an katı halime bürüneyim diyorum, ne yapılması gerekiyorsa yapayım diyorum, canına yandığımın bülbülü bir şakıyor ben ben olmaktan çıkıyorum. Annem görse mutlu bile olabilirdi. Oysa babam görse zayıflık derdi. Zaaflar seni öldürür derdi. Doğru değil miydi? Bu ateşin içinde zaaflarımız değil miydi düşmanlarımız? Arnavut'un zaafı değil miydi oğlunu her sabah kendi okula götürmesi? Sevenimiz az sevmeyenimiz çoktur bizim. Ayşen'in dediği gibi benim onlarca zaafım varken Beste gibi, Hikmet Teyze gibi, Falaz gibi, Hayrullah gibi... Hepsini sollayacak bir zaaf daha edinmenin alemi yok!

Oysa Cansu'ya baktığımda tüm kararlılığım gidiveriyor. Hele de dudakları dudaklarıma deydiğinden beri... Hay ben anasını...! Toy bir delikanlı gibi yüreğim yeniden atmaya başlıyor. Söküp atmak istedim, düşünmemek istedim. Serada kaç defa beni ona çekenin sadece cinsel bir çekim olduğuna inanmak istedim. İhtiyacım neyse giderip bu içimi saran anlamsız karmaşadan kurtulmak istedim! Ama olmadı, yapamadım. Dokunamadım, deyemedim. Acıtmaya, soldurmaya korktum. Ben ki etrafı titreten, tek bir sözü ölüm fermanı olan Timur Demirsoy bir küçük kız çocuğundan korktum. Neden mi? Çünkü o bu işeleri devraldığımdan beri ilk ve tek hatam. Hem de en büyük hatam. Belki de bedelini birinin canıyla ödeyeceği bir hata. Sıradan olması gereken pavyon bülbülü hiç de öyle çıkmadı. İncinmiş bir çocuk kadın var karşımda. Teni tenime deydiğinde alev alan, beni bir kasırgada gibi savuran ve neredeyse ismimi bile unutturan bir kadın. Ne zaman yok saymaya ve bildiğimi okumaya kalksam yeni bir şeyle karşımda dikilen, direnen, savrulan ama yok olmayan bir kadın. Herşeyden önce kendi farkında olmadığı gücünü takdir ediyorum. Açtığı kasırganın farkında bile olmayan saflığı hoşuma gidiyor.

Hamza'nın karşısına çıkarttığımda o yaşanan da neydi be! Elim ayağıma dolandı, ne yapacağımı bilemedim. Pezevenk herifin binlerce günahının ipini bir gün çekecektim zaten ama sırf o gece Cansu'nun sayıkladıkları bile bu işi yaparken daha çok zevk almama sebep olacak! Onu ilk defa o gece öylesine çaresiz ve yıkılmış gördüm. Küçülmüş, solmuştu. Ben soldurmaya korkarken o solup sönmüştü. Bununla nasıl başa çıkabileceğimi bilmiyordum. Daha da korktum. Ölüp dirildim desem yeridir. Her şeyi, tüm detayıyla bilmek, neler olduğunu bir bir öğrenmek ve Hamza'ya bedelini ödetirken her biri için ayrı bir iz açmak için kuduruyordum ama soramadım. Bir gün bana her şeyi anlatacak ama o gün o an değildi biliyordum. Ben sabırlı bir adam sayılmam ama intikamımda soğuk kanlıyımdır. O gece sadece ona bir dünya yaratmak istedim. Sarıp sarmalamak ve kimsenin erişemeyeceği bir yere, içime saklayıp tüm yaralarını yalamak istedim. Onu doyurmak, tüm ihtiyaçlarını karşılamak istedim. Ona arkamı dönemedim... Dönebilirdim, ama iki göğsümün arasında bir yer buna izin vermedi. Onu bildiğim gibi kaçırdım bende. Kendi dünyamda huzur bulmasını umdum ve Abant'a götürdüm. Romatik bir adam değilim ama ben olsam biraz sessizliğe ihtiyaç duyardım. O kendi yaralarını kendi saran bir kadın. Kendi deliliğiyle bile kendi mücadele edebilir. Bunu bilmeme karşın onu karların içine arabadan inerken gördüğümde dayanamadım. Ayasklarının ıslanması fikri bile beni deliye çevirerek küfürler savurttu! Onu kucağıma aldığımda o içime saklama hissi geri gelmişti. Aç olmalıydı ve onu doyurmak bile farklı bir hazdı. Bu güne kadar hiç bir kadının elinden bir şey yememiştim ve hiç bundan böylesine bir haz duymamıştım. Onda ki bir şeyler sanki hiç durmadan egomu tatmin ediyor. Beni dinliyor. Gerçi fazla meraklı ve sormaması gerekenleri bile soruyor ama onu cevapamakta bir sakınca da görmüyorum işin doğrusu. O serada ki çiçeklerim gibi bana huzur veriyor. Kimi zaman benimle sessizliği paylaşıp beni anlıyormuş gibi içimde ki yükleri taşıyor benimle.

Odada bir kez daha yıkımı yaşadığında anladım ki onun yaraları hiç iyileşmemiş, sadece yaşamış... Yaraları bir gün iyileşir mi bilmiyorum ama o an bir karara vardım.

Babamın bir bacağı olmayan bir av köpeği vardı ve babamdan başka kimseyi yanına yaklaştırmazdı. Bir gün bir av kazasında bacağı kopmuş ve babam onu ölmekten kurtarmış. Babam onunla tüm diger köpeklerden daha fazla ilgilenir, zaman zaman açılan yaralarını iyileştirip onunla dertleşirdi. Bir gün onun neden bu şekilde yanımızda tutmaya devam ettiğini sorduğumda hiç bir kusura tahammülü olmayan babam bana; çünkü onu seviyorum demişti. İnsan sanırım sevdiği zaman bir çok şeyi görmezden geliyor, umursamıyor.

O gece Cansu ya da Hacer, artık kim olduğunu bilemediğim o masum kadın kollarımın arasında uyurken söz verdim. Ben de onun yaralarına bakağım. Onları iyileşirebilecek kadar güçlü müyüm? Bilmiyorum. İlk defa kendi gücümü sorgulatacak bir rakibim var.

Tek bildiğim içimde ki sesin savaşmaya değer olduğunu söylediği. Benim dünyamda Cansu gibi zaaflara yer olmaz ama iç güdülerim beni bu gününe kadar hiç yanıltmadı. Ben toy bir delikanlıyken bile bir kadına dokunurken böylesi titremedim ve karşısında günahlarımdan utanmadım. Oysa onun karşısında sorgu meleğinin önünde hesap veriyormuş gibi hissediyorum. Onun karşısında hepimiz sanki kirli ve kötüyüz. O olmaması gerektiği kadar masum ve benim!

Benim duymadığımı zannettiği zamanlarda küçük küçük küfredişlerinde, bana kafa tutuşunda, ben ona bakmıyorken beni inceleyişinde, yüz hatlarında ki yorgun ama genç ifadesinde... Daha pek çok şeyinde bam başka bir hava var. Kelimeleri kendine göre çarptırıp değiştirerek yeni anlamlarla yeniden yaratmasına bile bir şeyler farklı. Bana mafyatik demesini bile seviyorum. Benimle alay edebilecek kadar cesur. Zaman zaman kendisine şaşırıyor hissediyorum. Keşke içini daha çok görebilsem, ne düşünüyor, benden nefret ediyor mu?

Hiç bir şey ondan özür dilemek kadar zor değildi. Sol böbreğimi canlı canlı keser veririm, o bile bu kadar zor olamazdı. İlk gün ellerim kırılsaydı da ona vurmasaydım bir öfke anı. İtiraf etmesi zor ama aslında kendime öfkeliydim. Her şey üzerime gelmişti, alkollüydüm ve her nedense o tanımadığım bülbülü bu işte kullanmaya gönülsüzdüm. Kaç gece onu izlemiştim. Masama bile çağırmıştım. Sesinde ki, gözlerinde ki hüznü merak etmiştim. Kimse onun kadar derin bakamaz, hiç bir kadın onun kadar güzel boynunu omuzuna doğru eğemez. Onu izlerken saçları kısa olsa ve o ince uzun boynu ortaya çıksa diye düşünmüştüm. Bir kere daha itiraf ediyorum ki saçlarını kestirtmek istediğimde onun o kırılacak kadar narin boynunu daha çok görebilmek vardı bahanelerimin ardında.

Kimse içimdekilere bir isim koymaya kalkmasın! Sadece o kadın benim ve ben benim olanla ilgilenir, yaralarını sararım. O yaraları sarmak için ne malzeme gerekiyorsa kullanacağım ve bir gün, er ya da geç, o da bana güvenecek... çünkü beni tüm günahlarımdan arındırıyor ve sadece basit bir erkek yapıyor...


Timur

FREZYA (raflarda) / BESTE ÖN OKUMAWhere stories live. Discover now