BESTE bölüm 3

11.3K 668 163
                                    


Bekledim. Saatler geçmek bilmemişti. Üzerimde ki elbiseyi çıkartmış, yerine otelin bornozlarından birini giymiştim. Ayaklarımı karnıma çekerek dışarıda denize bakan camın içine oturmuştum ve düşünmeye çalışıyordum. Hacer ne yapıyordu ki şimdi? Korkuyordu muhtemelen. İşin aslı bu güne kadar hiç onun da korkabileceğini düşünmemiştim. Onca şeye göğüs geren o cesur kadının kırılabilir, incinebilir olduğunu hiç aklıma getirmemiştim. Oysa o çok ince bir çizgide seyreden, hüzne dokunmuş hasarlı bir ruhtu. Bana cesur olmayı öğretirken esasen içinde bendende çocuktu o. Yaşayamadığı kocaman bir çocukluğu tutuyordu yüreğinde ve bu gece o çocuğu kaybederse bir daha onu ne toparlardı ki? Hepimizin hayal kırıklıkları vardır bu hayatta, hele de benim... Ama Hacer'in hiç hayal kırıklığı olmamıştı çünkü kırılacak hayalleri olmamıştı. İşte şimdi tutunduğu bir küçük hayal ışığıda ondan koparılıyordu.

Kendi dünyamda anlayamadığım bir yargılamayla yargılanmış suçlu bulunmuştu bir çok defa. Ona duyduğum sevgi içimdeki acımayı kamufle etse de ona acıyordum. Ondan daha şanslı olduğum için utanıyordum kendimden. Kendi dertlerimi onunkiler yanında dert saydığım için kendime kızıyordum. Sinir bozan sessizlik içinde bir çok defa ya onun yerinde ben olsaydım diye düşündüm. Korkar mıydım? Korkmaktan çok ağabeyimle Falaz'ın yetişip beni kurtaracağına inanır başıma kötülüklerin gelebileceğine inanamazdım. Oysa her şey biz insanlar için değil miydi? Ne garantisi vardı yaşamın? Kontratsız bir anlaşmaydı yaşam, taraflardan birinin her an oyun bozanlık edebileceği. İşte şimdi korkuyordum. Hacere bir şey olmasından, ağabeyimin çektiği acılara bir yenisinin eklenmesinden. Ağabeyim bizim için bir çok şey yapmıştı ama biz onun için bir gün olsun yetememiştik. Onun ne vicdanına ne yalnızlığına yetememiştik bu güne kadar. Oysa Hacer onun ruhuna sızmış, onun görünmez yaralarına kendi yaralarıyla merhem olmuştu. Bizim kusursuz yaşamlarımızın kusurlarını kendi kusurlarıyla örtmüştü.

Saatler birbirini kovalarken birden odamın kapısı açıldı.

"Falaz?"

Sorunun devamını getirmeye korkuyordum. Falaz kapının ağızında öylece dikilmiş gergin bekleyişimin aynadaki yansıması gibi keskin ve sert karşımda duruyordu. Kıyafetleri dağılmış, Gömleğinin düğmeleri kopuşmuş buğday tenini ortada bırakmıştı. Az önce saldığına emin olduğum korku bedeninin etrafında uçuşuyordu adeta.

"Hacer iyi. Biraz sarsılmış, ağabeyin eve götürdü."

Beklediğim cevap gelmişti. Onların Hacer'i kurtaracağına öyle emindim ki... Bu adamların yanında duruyorsan sana zarar gelmez. Zihnimde bir yer hep bunu söylüyordu ama özünde biliyordum ki onların da çaresiz kaldığı zamanlar vardı. Neredeyse emindim. Bakışları sıyrılan bornozdan açıkta kalan bacağıma biraz oyalandıktan sonra derin bir nefes alarak ekledi: "Sende uyu biraz. Ben aşağıda lobideyim. Kapıdaki arkadaş bekleyecek."

Ve bum! Saatler önce beni tutkuyla öpen adam gitmişti işte!

"Yaralı mı?"

Falaz tam kapıdan çıkacakken durup bana geri döndü.

"Evet, biraz."

"O adam... Yakalandı mı?"

Falaz durdu ve gözlerini kısarak yüzüme odaklandı.

"Korkuyor musun?"

"Ya ben olsaydım?"

Falaz hiç beklemediğim bir hızla kapıyı geri çarparak bir iki adımda yanıma ulaştı. Beni kollarımdan yakalayarak kendine doğru çekerken yüzüme eğilen dudaklarında büyük bir korkunun tadı vardı.

FREZYA (raflarda) / BESTE ÖN OKUMAWhere stories live. Discover now