Beste: Bölüm 4

4K 351 28
                                    


...

"Günaydın Falaz ağabey, erkencisin bu sabah."

"Günaydın Turhan. Bu gün sen mi açtın dükkanı."

"Ben açtım ağabey. Babam biraz üşütmüş galiba, uyusun dedim. Her zamanki masa mı ağabey?"

"Evet aslanım. Sen şimdi bize bir sucuklu yumurta at, yanına da menemen, peynir meynirde işte ortaya atı bi'şeyler. Biz masaya geçeriz."

"Hemen abi."

Hemen hemen ben yaşlarında, yakışıklıdan, efendi bir adamdı bize cam kenarında ki masayı gösteren Turhan. Her zamanki dediğine göre Falaz buraya fazlasıyla sık geliyordu. Turhan bana başını çevirip bakmamıştı bile. Sadece Falaz'la konuşuyordu. O Falaz'ın siparişleri ile yanımızdan ayrılırken Falaz da beni köşedeki denize en yakın küçük masaya oturtmuştu. Masa köşede kaldığı için hem o hem de ben denizi görebiliyorduk. Güneş mavi derinliklerin üzerinde parıldayarak farklı ışık oyunları yapıyordu. Çekingen bir şekilde etrafa bakmıştım. Falaz içeride fazlasıyla rahattı. Onun içinde olupda rahat olmadığı bir zaman ve mekan var mıydı acaba? Gözümde hep korkusuz, hep yenilmezdi bu iri adam ama Hacer'e kalsa küçücük bir çocuk kadar kırılgan ve güvensizdi.

Küçün, salaş bir balıkçıydı burası. Sabahları nadir gelen eski müşterilerine kahvaltıda veriyordu.

"İstediğin başka bir şey var mı?"

"Yok, sağ ol. Yiyelim bakarız."

Falaz hafifçe gırtlağını temizlemiş, bir eliyle gerginliğini belli edercesine burnuna dokunmuştu. Birbirini takip eden hareketlerinde sokaklara ait bir şiirsellik vardı. O buraya, ahşap sandalyeli, sallanan masasına fazla iri kaldığı bu mekanlara aitti sanki. Deniz griye çalan mavi tonunu vurgularcasına ön duvara doğru vuruyor, çalkantıyla çıkarttığı nazik köpüklerini hızlıca yutuyordu. Falaz da böyle miydi? Gergindi, görebiliyordum ama ben de gergindim. O ne kadar elini, kolunu nereye koyacağını bilemiyorsa bende bir o kadar bilemiyordum.

Oluşan sessizlik içimi daha da daraltırken aynı anda söze başladık:

"Eee, şimdi..."

"Buyur, sen söyle."

"Yok önce sen de."

"Peki, şey diyecektim... Hacer nasıl acaba?"

"Birazdan eve geçeriz, kendin görürsün. Çok hırpalanmış. Hikmet anne tüm gece yanından ayrılmamış. Sabah da Timur abi gitmiş yanına nöbeti devralmaya. Yalnız kalmak istememiş galiba, haklı tabi."

"O çok incinmiş biri... Nalan da öyle... Pek sevmiyorsun onları ama..." Falaz birden sözümü kesmişti:

"Sevmiyor değilim, hatta bunu söylemekten utansam da ona önyargılı olduğum için kendime kızıyorum. Sadece siz benim tek ailemsiniz ve size zarar gelmesindense sağ kolumu keser atarım ben. Timur benim öz abim, Hikmet anne, sen... Hatta Hayrullah bile. Bizim işler malum, ben sandım ki Hacer yüzünden Timur abi zarar görecek ama hesap etmediğim biz onun hayatını mahvettik. Oysa o Timur abiye iyi geldi, bana bile iyi geldi." Bunları söylerken bakışlarını camdan dışarı kilitlemiş, utancını saklamadan içini döküyordu.

"Onu seviyorsun yani?"

Falaz başıyla onaylarken derin bir nefes verdi. "O bizden biri oldu. İnsanın hayatına o anlamadan sızı veriyor." Hafifçe gülmüş ve bakışlarında ki acıyı saklamaya çalışmıştı. "Dün gece ilk defa bu kadar kırılgan olabileceğini gördüm ama buna rağmen dimdikti. Bunca zaman yaşadığı onca şeye nasıl kafa tuttuğunu dün gece gördüm onda. Timur gelene kadar hiç ağlamadı biliyor musun?"

"Cidden mi? Timur ağabeyim gelince mi ağladı?"

Yine sessizce başını sallamıştı. "Timur abi geldiğinde bambaşka birine dönüştü sanki. Bütün yaraları onu görünce kanadı. O öyle insan ki, onun yanında daha önce onun için düşündüklerimden utanıyorum. Üstelik bunu yok sayıyor... Ben ona borçluyum."

"O çok bağışlayıcı biri Falaz. Eminim seni de bağışlayacaktır."

Falaz bakışlarını bana dikmiş, daha fazlası varmış gibi bana bakıyordu. Masada duran elinde parmaklarını birbirine sürtüyor, bir şeyi söylemek isteyip de susuyor gibi öylece bakıyordu. Sonra bir anda bir karar vermişçesine konuştu:

"Ben ona seni borçluyum..."

"Nasıl yani?"

Yan bir tebessümle gülümsedi ve bana "Boş ver," dedi. Turhan imdadına yetişir gibi elinde koca bir tepsiyle masaya yanaşınca konuşmamız yarım kaldı.

"Abi çayları da getiriyorum hemen."

"Hanımın ki limonlu."

"Hemen abi."

Ne!? Ne Hanım'ı, yok artık! Ben mi yanlış anlıyordum?

"Hanım derken?"

Falaz büyük ve neşeli bir kahkaha attı: "Ne anlıyorsan o, peri kız."

"Hiç, hiç bir şey anlamıyorum efendim."

"Dert etme, anlatırım, hem de büyük bir zevkle." Yanağımdan bir makas alırken seksi bir kaş hareketiyle bana göz kırpmış ve kuruyan dilimi dudağıma kilitlemişti. Gelen çay sıcak olmasa imdadıma yetişirdi belki ama olan tek şey dilimi damağımı yakmak olmuştu. 

NOT: MERHABA DOSTLAR:)

E BU HALLER BENİ VURMUŞKEN BESTE'Mİ UNUTMAK OLUR MU BENİM NAİF KIZIMI:) BANA UYKULAR HARAMSA VARSIN YOKSUN VE AŞK HALİ YENİ BÖLÜMLERİ ARDINDAN İKİ SATIRDA BURAYA BİR NOT DÜŞMÜŞ OLAYIM:) EN GÜZEL GÜNLER HEPİMİZİN OLSUN:)

FREZYA (raflarda) / BESTE ÖN OKUMAWhere stories live. Discover now