Bölüm 4: İsyan

73.3K 2.6K 218
                                    

“Neyi yapmayayım Ayaz neyi? Sen beni nelerle sınıyorsun biliyor musun? Dayanamıyorum artık, kendi aptallığıma mı yanayım, canımın acısına mı yanayım, düştüğüm duruma mı? Söyle bana ha? Yoruldum artık...”

Başak Kızıltan, Tesadüfen Aşk, Postiga Yayınları, Mayıs 2014

Timur beni yatağıma yatırdığında sanki bedenim bir an onun yarattığı boşlukla titremişti. Uzun zamandır hissetmediğim kadar kimsesiz hissetmiştim kapının kapanma sesini kapalı gözlerimin ardında işittiğimde. Gözlerim açık olsa gidişine ağlayabilirdim bile belki. Oysa bütün bunlara alışık olmam gerekirdi. Kimsenin ısıtmadığı evime yapayalnız girip soğuk yatağımda ayaklarımı karnıma çekip ağladığım gecelerde alışmıştım çoktan. Çoğu zaman bilinçsizce yatan Nalan’ın  titreyen bedenini ısıtmak için sarıldığım zamanlarda alışmıştım “Aldırma deli gönlüm, giden gitsin, sen şarkılar söyle içinden...” diye mırıldanarak o gözyaşlarını geldikleri lanet olasıca yere geri yollamayı. Şimdiyse içimde açılan boşluğun manasını düşünmek bile istemiyordum. Yorgundum, hayattan, değişimden ve mücadeleden yorgundum. Kapalı gözkapaklarımı dönen dünyamın akışına bırakıp bacaklarımı her zamanki gibi karnıma çekerek kollarımla sardıktan sonra kendimi uykunun ağır kollarına teslim ettim. Ertesi sabah uyandığımda hatırlamadığımsa Timur’un neredeyse sabaha kadar baş ucumda oturup kapalı gözkapaklarımın kenarlarından sızan gözyaşlarını silmiş olmasıydı...

...

“Bu sefer neye ağlıyorsun?”

“Kimsesizliğime ağlıyorum...”

... 

Sabah uyandığımda ilk defa normal yaşayan insanlara göre bir saatte kalkmış olmanın tuhaf hissi vardı içimde. Eh haliyle akşam istediğimiz kadar geçte yatmış olsak pavyonda çalıştığım zamanla boy ölçüşemezdi. Kalkar kalkmaz kazınan midemi alışık olmadığım rakının bıraktığı bulantı bastırdı. Sarhoş olma ve kendi irademi terk edip, kontrolümü  bir başkasına bırakma düşüncesi beni hep korkutmuştu. Hayatta sahip olup da benim diyebildiğim, kontrolünü elimde tutabildiğim tek şey kendi bedenimken bir başkasının hükmüne kalışının ne kadar ağır ve acı olduğunu benden iyi kimse bilemezdi.

Üzerimdekilerle yattığım için kırış kırış olmuşlardı. Normal şartlarda önemsemez onlarla güne devam ederdim ama şimdi bu eve yakışmadığım fikri beni her anında yiyip bitirirken içimde ki beğenilme arzusuna karşı koyabilmem mümkün değildi.

Aşağıya mutfağa indiğimde Hikmet Teyze çoktan kahvaltı hazırlamaya koyulmuştu bile. Beni gördüğünde yüzünde yayılan içten gülümsemesi ister istemez ben olan ne varsa içimde saklama isteği uyandırmıştı. Yıpranmış ucuz sarı saçlarımı arkada toplamış olmama rağmen elimle bir kere daha düzelttim ve “Günaydın.” dedim.

“Günaydın kızım. Erken uyanabildin onca yorgunluğa.”

“Akşam erken yattık sayılır.” Hay ben dilimi... KÜFÜR YOK! Hay ben seni Timur!... içime işledin be adam...

Hikmet teyze kırdığım potu farketmeden kendisinden beklemediğim şen bir kahkaha atarak konuştu:

“Ah be kızım, deli oğlan seni de kendine benzetecek sonunda... O kadar diyorum sokmayın şu mereti eve, günah, bereketimiz olmayacak diye ama bana ne dese beğenirsin?”

“Ne diyor?”

“Bahçede kuruyorlarmış çilingir sofrasını. Hay beni de oturtuyor masaya, tövbe estağfurullah...”

Hikmet Teyze taze gelin gibi kıkırdarken içeri Timur ve Falaz girdiler. Her ikisi de görmeye alışkın olmadığım şekilde üzerlerine eşofman altı ve yarım kollu dar atlet giymişlerdi. Timur o güne kadar onda görmediğim bir neşeyle Hikmet Teyze’ye yaklaşarak yanağından bir makas aldı.  

FREZYA (raflarda) / BESTE ÖN OKUMANơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ