Bölüm 5

57.8K 2.3K 151
                                    

"Ben senin içinin acısı olmayı hiç istemedim..."

Burçin Çelik, Beni Yarına Bırakma, Postiga Yayınları

...

İnsanın içi yanarken yaşaması ne de zormuş. Kimi zaman bir ton kömür gibi binermiş hayat insanın sırtına, kimi zamanda gerisinde o kömürün kocaman kara bir boşluğunu bırakırmış yerine. Benim de hayatım böylesine bir yükle dayanılmaz bir boşluk arasında gidip gelen vatman gibiydi. Varacağı yere varamayan bir vatman...

“Basma kızım bu deli oğlanın Laz damarına.” Demişti Hikmet Teyze. O günün üzerine bir hafta geçmiş ve biz birbirimizi hiç görmemiştik Timur’la. “Anne tarafından Ofludur o, baba tarafından da Sürmeneli. Benim ahretliğim bana emanet etti bu oğlanı ölürken. On iki yaşındaydı elime kaldığında. Bir de Bestem kaldı anasız babasız. Kız kardeşimin kızıdır Beste... Babası subaydı... Tayinleri çıkmıştı... hain bir pusuda şehit düştü ikiside...” Hikmet Teyze kısa bir an için durmuş ve yutkunmuştu. Dilinin ucuna kadar gelenleri tükürmek istercesine elinde ayıkladığı fasulyelerden üç- beş tane kadarını sıkıp beklemiş sonra da devam etmişti: “Timur’un babası Hamdi Bey hepimize sahip çıktı. Pek merhametli adamdı rahmetli, erken öldü. Kalpten...” Hiç evlenmedin mi diye sormuştum, başını iki yana sallayıp “Bu iki yavrucak elime bakarken nasıl evlenirdim?” demişti. Başımı önümdeki fasulyelere gömmüş akmamak için titreyen gözyaşlarımı saklamıştım bende. Bir kadın kendi canından kanından olmayan iki çocuk için tüm hayatını şekillendirirken bir anne, kendi canından ruhundan ruh kattığı yavrusunu nasıl da bırakır giderdi? Bir insan evladından nasıl vazgeçerdi? İçimdeki yangın alevlerini sağa sola saçarken derin derin soludum. Cigerlerimi dolduran Hikmet Teyze’nin kokusu anne kokusu gibiydi... Biraz kavrulmuş soğan... biraz gül suyu... Gerçek, sıcacık anne kokusu...  Tabi bu konuşma bir haftalık işkencenin başlarındaydı. Timur, sıcak suyla yanan sırtıma merhem sürdükten sonra odamdan çıkmış ve bir daha da karşıma çıkmamıştı. Gerekli ne varsa evde Hayrullah halediyor, Timur’un bıraktığı talimatları bize tek tek bildiriyordu. Eve girip çıktığı saatleri yakalamak istemiştim. Nedeni yok, sadece merak... Ama onu bile yakalayamamış ve sonunda eve gelmediğine kanaat getirmiştim, ta ki bu sabaha kadar. Bu sabah çalışma odasından yükselen ağlayan bir kemençe sesiyle güne merhaba dedim! Kafamda ki Timur’un kemençe çalmasının mümkünatı yoktu ama öğrendiğim kurallar uyarınca bir çalışma odasına, bir seraya bir de Timur’un yatak odasına bunlardan ikisini temizlemek için giren Hikmet Teyze haricinde kimse giremezdi!

Bu evde uyandığım ilk gün gözlerimi açtığım erkeksi ama ferah odanın Timur’un odası olduğu ve seraya da girmiş olduğum gerçeği kesinlikle geriye son odaya da girebileceğim tezini ortaya atıyor sayılırdı... Yoksa sayılmaz mıydı? Sonuç itibariyle üzerimdeki rahibe işi beyaz uzun gecelikle çıplak ayaklarım neni kemençe sesine doğru çoktan sürüklemeye başlamıştı bile. Bütün bunları düşünecek vakit olmadığı gibi sabah serinliği biten yazın ardından beni ürpertmişti. Deli gibi çarpan kalbim odada kimi göreceğimi bilse bile meraktan ölüyordum. Bir hafta boyunca neredeydi? Neden eve gelmemişti ve sabahın bu saatinde bu kemençe sesi de neyin ensiydi böyle!

Elimi uzatıp kapının kulpunu indirdiğimde açılan klik sesi kemençenin tiz tınısı içinde boğup kaybolmuştu. Açılan kapının ardında, camın önünde, masasının ardında duran Timur elindeki kemençeyle çıkardığı tınıları kapalı gözleriyle dinliyor ve her tınının çıkışından sonra yaşadığı inişle başını ahenkle sola yatırarak ritim tutuyordu. Nameler daha da hüzünlü bir hal alırken yan profilden gördüğüm kadarıyla beni farketmemişti bile. Halen daha kapıyı kapayarak odama dönmek için şansım vardı ama çıplak ayaklarım beni tam tersine içeri taşıdı. Henüz bir ses çıkarmaya korkuyor ve karşımda ki manzarayı doya doya izleyebilecek zamanı kendime yaratıyordum. Maun kaplı odada herşey ahşaptandı. Deri karışımı koltukların kollarındaki ince ahşap oymalar ne kadar pahalı olduklarını haykırıyordu adeta... aynı zamanda da ne kadar zevkli... Farklı bir tarzı vardı Timur’un. Bir köşede adının frezya olduğunu öğrendiğim bir grup çiçek duruyordu. Dokunmayı bile haketmediğim çiçekler... Timur arkaya doğru taranmış kömür karası saçları ve biçimli kaşlarıyla her genç kızın kalbini çalabilecek kadar yakışıklıydı. Bir gün çocukları da kendisine benzerse çok şanslı olacaklar diye içinden geçirdiyse de ona bu çocukları verecek kadını sebebpsizce kıskandım.  Kemençe’nin tellerine eşlik ederek içimde titreyen kıskançlık teli daha derin nefes almama sebep olsa da kendimi odanın dışına atamadım. Son bir nameyle uzayarak tamamlanan ahenk alçalarak son bulurken Timur’un açılan gözleri bir anda yan dönerek üzerime kitlendi. Üzerimde ki uzun kollu ve yüksek yakalı beyaz ketenden gecelikle bile o anda kendimi çırıl çıplak hissediyordum. Timur’un farkındalığına eşlik eden ürpertiyle dikleşen göğüslerimi saklayabilmek için ellerimi önümde kovuştursam da Timur pavyonda beni izleyen adamlarınkine hiç benzemeyen bir açlıkla beni süzmüştü! Korku! Korku tüm bedenimi elegeçirirken avcının avlanmak için yapacağı hamleyi bekleyen av gibiydim... Yakalanmıştım!

FREZYA (raflarda) / BESTE ÖN OKUMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin