BESTE bölüm 1

13.1K 648 27
                                    


Sünnet düğününde...

Hüzünlü bir Yeşilçam filmiydim ben; aşkını uzaktan izleyen cici kızın taş duvara sırtını yasladığı. Kaç yaşımdaydım ya da ne zamandı bilmiyorum ama bir gün, geçmişteki o bir andı artık ona bir dosttan, kardeşten daha farklı bir gözle baktığımı anladığım.

Yaralı ve acılıydı karşılaştığımızda. Ben ürkek ve kimsesiz Hikmet anneye sığınmış bir çocuktum ama o asi ve isyankardı. Sığınmıyor, sığmıyor, sadece isyan eden derin bir sessizliği duvar gibi evin içine çekiyordu. Hayatında ki her şey bir anda değişmişti. Ben el bebek gül bebek kimsesizliğin muhtaçlığını hissetmemem için sarıp sarmalanırken o haşin bir kırbaç gibi zamanı dilimliyordu. Hayatımda var olan en gerçek şeydi. Ben acıyı onun gözlerinde görmüştüm çünkü benim düşmeme bile izin verilmemişti. Oysa şimdi canım acıyordu, hemde en hakiki en derin acıyla acıyordu içimin mahrem yerleri. Senelerce onu izlerken tattığım acının onlarca katıydı çünkü artık isyan ediyordum ve mutluydum. Hacer bana dik durmayı, kadere boyun eğmemeyi öğretmişti. Onlar beni Hacer'den korumaya çalıştıkça Hacer beni hayatın kırılganlığından sıyırıp onlardan korumuştu. İşte tam da bu yüzden o anda isyan ediyordum. Balkon terasında tek başına elinde eğrelti duran sigaranın dumanının yükselmesini izleyerek, bir tek nefes bile almadan duran Falaz'ı yakalamışken daha fazla duramazdım. Timur ağabeyimin arkadaşı Hilmi Bey'in oğlunun sünnet düğünü biliyordum ki son şansımdı. Hemen o anda konuşuvermezsem bir daha tüm sesimi kaybedecekmişim ve bu savaşın hezimeti ile gömülecekmişim gibi hissediyordum. İçinde bulunduğum manzara romantik kitaplardan fırlamış gibiydi, oysa acı çok gerçek, çok derin ve dayanılmazdı. Ruhum acıyordu. Bağırdım; "Sus ha? Sus? Bu kadarcık mı? Bu kadarcık mı? Ben yeterince sustum. Senin fahişelerini izlerken, yeterince sustum ben. Bunca senedir kalbime söz dinletmeye çalışırken de yeterince sustum. Şimdi ben konuşacağım ve sen dinleyeceksin."

Az önce Falaz'ın yanına ilişerek oturduğum banktan hızla ayağa kalkarak tüm sinirimi ona aktarırmışçasına döndüm. Yeniden yüz yüzeydik. İçim tir tir titriyor, bir yanım aptal diye kendime haykırıyordu. Oysa Hacer olsa ne derdi? Dik dur? Elbette öyle derdi. Öyleyse dik durmalıydım bende bu hayatta. O da böyle yapmamış mıydı? Timur ağabeyimin karşısında dimdik durmuş, onun öfkesine göğüs germiş, onun saygısını kazanmıştı. O halde ben de o saygıyı kazanmalı, haketmeliydim.

Bu günde kadar hep sevilmiştim ama hiç saygı duyulmamıştım. Benim ihtiyacım olabileceği düşünülen şeyler sunulmuştu önüme; ama kimse ne istediğimi sormamıştı. Beste şunu yap, Beste bunu aldık sana, Beste bu okula gideceksin, Beste bu mağazaya alışverişe gidelim... Yeter artık! Haykırmak, bağırmak ve tüm dünyayı sarsmak istiyordum çünkü canım gidiyordu artık. Ya Falazsız bir yaşamı kabullenip basit bir mükemmel eş olacaktım; ya da dik duracaktım. Ben ne zaman dik durmayı unutmuştum ki? Büyüyünce mi?

Küçükken, minnacık bir kız çocuğuyken isyan eder, yemeği kullanırdım. Ağzım mühür derdim ve direnirdim. Yalnız yemek istemezdim kimi zaman, kimi zamanda sadece kendi benliğimi ispat etmek isterdim ama o bir gün evin içinde ki keskin ve sessiz varlığı ile tam karşıma dikilmişti. Tabağını masaya vurarak karşıma oturmuş, bana tek bir kelime söylemişti: "Şımarık."

İşte o gün değişmiştim, o beni değiştirmiş, ehlileştirmişti. İçimde özgürce direnen ruhun dizginlerini hoyratça parmaklarına dolamıştı. O günden sonra ona ispat etmek istemiştim, şımarık olmadığımı görmesini, mükemmel olduğumu bilmesini istemiştim. Benim için 'şımarık' değil 'harika' desin istemiştim. 'Harika' olmaya çalıştıkça silinmiş, hatasız yaşamda sıradan bir kız olup çıkıvermiştim. Diğer tarafta o hatalarıyla mükemmelleşmişti.

"Bana bak dedim! Gözlerime bak. Söyle! Söylesene! Daha ne kadar susacaksın? Ben Tansel'le evlendiğimde de susacak mısın? Onun yatağına girdiğimde? Onun karısı olduğumda? O bütün bedenimde istediği gibi hak iddia ettiğinde de susacak mısın?"

İşte şimdi kusursuzluğumu bozuyor ve dokunulabilir kılıyordum kendimi. Ben bir tabuydum ve önce kendimi yıkmalıydım.

"Sus!"

Hayır fasulye sırığı, deve tabanı, kör! Susmayacağım, şimdi değil!

"Söylesene? Ağır mı geliyor? Başka bir erkeğin tohumlarını içimde taşıdığımda da ağır gelecek mi? Avazım çıktığınca bağırarak onun soyunu doğurduğumda, tebrik etmeye geldiğinde de bakışlarını benden böyle mi kaçıracaksın?"

Onun gırtlaktan yarılan bir hırıltı gibi çıkan sesine aldırış bile etmemiştim. En nihayetinde zincirlerimi kendi elime almıştım ve ben ne zaman istersem o zaman susacaktım. Ben bunca zaman susmuş, ona uzaktan şahitlik etmiştim. Ergenliğine, delikanlılığına, yetişkin bir erkek oluşuna, onun bir 'erkek' oluşuna... her şeye. Üniversite için gittiği yıllar tam bir işkenceydi güya. Oysa onu kafamda yaratıp kurgulayabileceğim ve yaptığı hiç bir şeyi görmeden huzurla yaşadığım yıllarmış. Geri geldiğinde kabus da birlikte gelmişti. O ve sayısız kadınlar... her biri benim dinmek bilmeyen bir kıskançlıkla izlediğim ve onun alttan alta bana hissettirmediğini zannettiği büyük bir keyifle gözüme soktuğu kadınlar... İçimden saçlarını başlarını yolmak gelirken kucağımda tuttuğum kitaplara sarılarak çalışılmış tebessümümü eksik etmeden başımla selamlayıp geçtiğim kadınlar. Dizlerimin altında ki okul eteğime inat sütun gibi bacaklarını gözüme sokan, bana ufaklık diyen adamın yanında gözlüklerimin ardına saklanma ihtiyacı ile çırpınmama neden olan kadınlar. Sayısız gece eve dönmesini beklerken okuduğum kitaplarda ki sahneleri canlandırdıklarını bilerek ağladığım kadınlar. Ama ben vazgeçmedim, sevdim, bekledim. Her geçen gün biraz daha büyüyen bir inatla umut ettim, ta ki karşısında dikildiğim şu ana dek.

Gemileri yakmaya bu kadar hazır, son kozumu oynarken biliyordum ki tek bir kaybedeni olmayacaktı bu denklemin çünkü benim üniversiteyi kazandığım gün o evi terk ederken gözlerinde görmüştüm. O da beni sevmişti...

"Sus!"

"Sus ha? Sus? Bu kadarcık mı? Bu kadarcık mı? Ben yeterince sustum. Senin fahişelerini izlerken, yeterince sustum ben. Bunca senedir kalbime söz dinletmeye çalışırken de yeterince sustum. Şimdi ben konuşacağım ve sen dinleyeceksin."

Artık kelimelerle konuşma sırası bendeydi, onlara akıtacak bir yüreğim vardı benim.

NOT: MERHABA DOSTLAR,

SİZE SÖZ VERDİĞİM GİBİ FREZYA İLE ÖYLE KOLAYCA VEDALAŞMAYACAĞIZ. BUNDAN SONRA ARA ARA BURADAN BESTE VE FALAZ İLE İLGİLİ MERAK ETTİKLERİNİZİ ANLATAN BÖLÜMLER EKLENECEKLER:) BAZI ŞEYLERİ BİR DE O NAİF KIZIN AĞZINDAN DİNLEYELİM DEDİM:)

AYRICA TABİKİ DE RASTLADIĞIM HARİKA YAZAR VE HİKAYELERİNİ ES GEÇMEK OLMAZ. BU GECE SİZLER İÇİN NAİF BİR GÖNÜL DOSTUNU SEÇTİM. 'GÜCENİK' HİKAYESİ İLE nilufertan

HAYATTA HARİKALAR YARATAN SEVGİLİ YAZAR GURUR İLE BAKACAĞIMIZ O KADINLARDAN BİRİNİ KALEME ALMIŞ. O KADINI ANLATAN BİR KADIN:) KADIN GİBİ KADIN:)

YÜREĞİNE SAĞLIK YAZARIM, DAHA NİCE GÜZEL HİKAYELERİNE VE BÖLÜMLERİNE İNŞALLAH:)



FREZYA (raflarda) / BESTE ÖN OKUMAWhere stories live. Discover now