my snowman

1.1K 30 28
                                    

Aralık ayına gireli henüz birkaç gün olmuştu, yerler karla kaplanmış kış kendini göstermeye başlamıştı. Yavaş ve temkinli adımlarla yürüyerek ve kar havasını içime çeke çeke üniversiteye gidiyordum. En sevdiğim mevsimdir kış. Hiç bitmesin isterim. Kar yağmadan önce gelen kar kokusunu, sıcak kıyafetler giymeyi ve sıcak içecekler içmeyi severim. Dağları örten beyaz kristallere bakınca huzurla dolar içim. Yalnızken mutlu olabilmeyi öğretir hem. Kar yağışını izlemek, şöminede yanan ateşin çıtırtısını duymak, buğulanmış camlara bir şeyler çizmek keyfimi her zaman yerine getirir. Şimdi ise kulaklıklarımı takmış, beremin altına gizlediğim kulaklarımı kapatmıştım. Soğuktu, üşüyordum ama güzel hissettiriyordu.

Üniversiteye yaklaşınca dikkatsizliğim yüzünden ayağım kayar gibi oldu, düşmemek için çabalasam da saliseler sonra yerde buldum kendimi. Aslında benim için bir yerimi incitmediğim sürece kötü bir şey değildi. Ama çevremdeki insanlar için bir neşe kaynağıydı, dudaklardan çıkan buharla birlikte havaya karışıyordu kahkahalar. Ben de gülmeye başladım. Bu sefer de tuhaf bakışlarını üzerime diktiler. İnsanlar böyle işte onlar gülerken sen ya hiçbir tepki vermeyeceksin ya da ağlayacaksın. Fakat ben hep gülmeyi âdet edindim kendime. Ne olursa olsun gülüp eğlenecektim. Hayata karşı bir kinim, öfkem, nefretim olmayacaktı. Yaşamaya gelmiştim, öleceğim günü beklemeye değil. İnsanlar etrafımdan teker teker uzaklaşırken ben de ayağa kalkıp üstümdeki karı temizledim. Yerden telefonu almak için eğildiğimde ekranın kırılmış olduğunu gördüm. Sorun değildi, okul çıkışı telefoncuya verip yeni bir cam taktıracaktım. Saate baktım, dersin başlamasına 15 dakika kalmıştı. Hızlı adımlarla yürüyüp fakültenin giriş kapısına geldim. Psikoloji bölümü öğrencisiydim ve 2.sınıfa gidiyordum. Bu bölümü çok isteyerek yazmıştım. Tabi bunun için uzun zaman boyunca çalıştım. Başarı için kat edeceğim yolları hesaplamak hep umutlandırırdı beni. Bu sayede hayatımda bir şeyleri başarmak için verdiğim çaba hep güzel sonuçlandı. Yaşadığım birkaç aksilik olsa dahi pes etmemeyi öğrendim. Attığım adımlar bazen sağlam değildi, ayaklarım çekilir gibi oluyordu ama devam etmek için buna ihtiyacım vardı. Bu yüzden devam ettim. Ve şimdi ise yaşama amacımı bulmaya çalışıyorum. Nereye kadar gideceğimi bilmiyorum fakat pes etmeyeceğimi biliyorum. Düşüncelerim birbiri ardına sıralanırken ortalarda boş olan bir yere geçtim ve çantamı önümdeki sıraya koyup not defterimi ve kalemimi çıkardım. 1-2 dakika sonra yanımda bir hareketlenme oldu. Henüz hoca gelmemişti ve yanımdaki her kimse biraz hararetli bir konuşma gerçekleştiriyordu. Telefonu kapattığında birine seslendi.

"Hey, merhaba."

Ben not defterimin sayfalarını karıştırıp geçenlerde not aldığım bir tanımı bulmaya çalışırken biri koluma dokundu. Yüzüne baktığımda tam anlamıyla aptal bir gülümsemeyle karşımda duran kişiye kaşlarımı çattım.

"Bir şey mi oldu?" diye sordum.

"Az önce beni duymadın sanırım."

"Ne söylemiştin?"

"Hey merhaba, dedim."

Biraz şaşırdım. Onu bana mı demişti yani? İyi de tanımıyordum ki bu çocuğu.

"Ah, seni şaşırttım galiba kusura bakma. Üniversitenin biraz uzağında seni düşerken gördüm de."

Aklıma gelen şeyle yüzümün kızardığını hissettim biraz.

"Yani?"

Afallamış duruyordu. 40 yıllık ahbapmışız gibi davranması benim suçum değildi, üstelik kesik kesik konuşuyordu.

"Kulaklıklarından birini düşürmüşsün ama fark etmedin sanırım." diyerek cebinden kulaklığımın tekini çıkardı. Sonrasında da henüz çıkarmadığım beremin altına parmaklarını götürerek diğerini çıkardı. Hafifçe kulağıma değen parmakları ürpermeme sebep olmuştu. Kulaklıkların ikisini yan yana getirip yeni bir icat bulmuş gibi baktı.

"Evet, ikisi de aynı."

Kesinlikle saçma durduğunun farkındaydım. Çünkü kulaklıklarımın rengi kurbağa yeşiliydi. Şu kurbağa suratlı yastıklardan olan yeşildendi. Kulaklıklarımı elinden alıp önüme döndüm.

"Hadi ama bir teşekkür etmeyecek misin?"

Kesinlikle sabrımı sınıyordu. Dönüp gülümsedim.

"Teşekkür ederim arkadaşım."

"Arkadaş olduğumuza göre ders bittikten sonra bir kahve içeriz."

"Bu bir arkadaşlık teklifi mi yoksa.."

"Hayır hayır aklın kaymasın oraya. Ben erkeklerden hoşlanmam."

"Ben de."

Öğretim üyesi derse girdikten sonra konuşmayı kestik. Dersin bitiminde de beni sürükleyerek dışarıda bir kafeye getirdi. Yolda yine az kalsın dengesiz adımlarımdan dolayı kayacaktım ama koluma girerek buna engel oldu. Şimdi de karşımda oturmuş kahvesini yudumlayarak bana bakıyordu.

"Ee kendinden bahset biraz. Adını bile söylemedin."

"Sanki sen söyledin." diyerek ters ters baktım.

"Bang Christopher Chan, memnun oldum." diyerek elini uzattı, sıktım ve elinin sıcaklığı kalbimi ısıttı bir anda. Çok arkadaş canlısı olduğu belliydi.

"Lee Minho."

"Minho, güzel bir isim. Hiç arkadaşın var mı?"

"Yok." dedim. İçime oturan yumrulara dönüp baktım bir süre. Sahiden hiç arkadaşım yoktu ama buna ihtiyaç duymamıştım hiç. Böyle söylememin sebebi burada gençler genelde güçlü olan insanlarla arkadaşlık yapmak ister. Duygular çoğu zaman hiçe sayılır, bazen zorbalık had safhaya çıkar. Yani bu tür sebeplerden ya da henüz doğru birine denk geldiğimi hissetmediğimden arkadaşım yoktu.

"Senin arkadaşın olabilirim."

Teklifi gülümsememe sebep oldu. O da gülümsedi.

"Başka bir şeyim olmayacağına söz verirsen neden olmasın."

"Arkadaş olmak demek, her şeyin olmak demektir. Aile, akraba, öğretmen, eğlence ve neşe kaynağı, bazen sevgili, tüm çılgınlıkları yapacağın aynı zamanda seni koruyup kollayacak olan en az iki kişinin bir araya gelmesiyle kurulan ilişkidir."

Söylediği şeyler beni etkilemişti. Sahiden kafamda kurduğum arkadaşlık tanımı tam olarak buydu.

"Göğsünde delice çarpan bir yerden patlayan adrenalinin olmalı." dedim ben de.

"Senin adrenalinin olmama izin verir misin?"

"Kabul ediyorum. Beni kırarsan ödeşiriz."

Serçe parmağını uzattı.

"Ödeşiriz, söz."

Ben de söz diyerek serçe parmağımı uzattım ve birbirine mühürledik.

Belki de kış ayının, belki de düşüncelerimde açan kardelenlerin güzelliklerinden biriydi Bang Chan ile tanışmak. Hayatıma neler katacağını çok merak ediyordum. Uzun zaman sonra birine güvenmek nasıl hissettirecekti? Öğrenmek için sabırsızlanıyordum.

Kahvelerimizi içtikten sonra beni eve bırakmayı teklif etti. İnsanlara çizdiğim sınırlardan dolayı kabul etmedim. Arkasını dönüp iyice uzaklaşana kadar izledim gidişini, gözden kaybolduktan sonra da eve doğru yürümeye başladım. Eve geldiğimde üstümü değiştirip yemek yaptım hızlıca. Annem her hafta gelip dolabımı dolduruyordu, ben de onun sayesinde yarım saatte güzel yemekler yapıyordum. Hemen mutfaktaki masaya oturup yemeğimi yemeye başladım. Daha sonrasında karşımda duran boş sandalyeye takıldı gözlerim. Bang Chan geldi aklıma. Belki de hata ettim diye düşündüm, sonuçta arkadaşım olmasını kabul etmiştim ama çizdiğim sınırlarımın dışında bırakmıştım. Eminim o böyle bir şeyi asla yapmazdı. Daha sonra elim telefona uzandı. Ve hatırladım ki numarasını almamıştım. Hakkında da pek bildiğim bir şey yoktu. Bunu daha sonra düşüneceğim diyerek yemeğimi yedim ve gidip biraz belgesel izledim. Elimde kumandayla uyuyakalmışım koltukta.

so, why did you hurt me? /minchanWhere stories live. Discover now