everything, in time

215 17 48
                                    

Gözlerimi açtığımda göz kapaklarıma kadar her yerimin ağrıdığını hissettim. Başımı sağa çevirdiğimde Bang Chan'i gördüm. Kafasını yatağımın üzerine koymuş, uyuyordu. Sabahki olayı hatırladım, yine uyumuş olmalıyım. Çok fazla uyumuştum ve üzerimde geçmek bilmeyen bir bitkinlik hâliyle sürekli uyuyordum.

Bang Chan'i bir süre izledikten sonra göz kapaklarını aralamasıyla karşımdaki kitaplığa çevirdim bakışlarımı.

"Uyandın mı?"

"Evet, biraz oldu."

"Çok endişelendim. Bir anda yere düştün ne olduğunu da anlayamadım. Ateşin falan yoktu, bu saate kadar uyudun. İstersen hastaneye gidelim."

Başımı 'hayır' anlamında salladım. Ara ara böyle oluyordu. Genelde çok üzgün olduğum durumlarda sanırım bünyem kaldırmıyordu.

"Emin misin? İyi görünmüyorsun."

Bana böyle endişeyle bakması hoşuma gitmişti. Tekrar tekrar hastalanmak istedim.

"Bazen oluyor böyle. Gitseydin keşke, şu an onun sana ihtiyacı var."

"Aradım, uyuyor." dedi.

Yavaşça doğrulup ayağa kalktım ve onu da kaldırıp omuzlarından tuttum.

"Her şey zamanında Bang Chan. Şu an sana çok ihtiyacı olduğunu bile bile benimle kalamazsın."

"Seninle kalmamı istemiyor musun?"

Bunu istesem de dile getiremezdim.

"Ben iyiyim, görüyorsun."

Bir süre düşünür gibi yaptıktan sonra kabul etti. Onu kapıya kadar geçirdim ve bir şey olursa bana haber vermesini istedim. Gittiğinde mutfağa gidip su içtim, aç değildim bu yüzden yemek yemeyi boş verip odama çıktım tekrar. Tam yatağa oturacakken yerdeki bilekliği fark ettim. Elime aldığımda kırmızı bir ipin üzerinde küçük sarı bir kuş vardı. Avucumun içine alıp yatağa uzandım ve düşündüm. Bang Chan hayatıma girdiği zamandan beri bir şeyler değişmişti benim için. Hislerimi yoğun olarak yaşamaya başlamıştım, okuldan eve ve evden okula gidiş gelişlerimde farklılıklar olmuştu. Monoton olan hayatıma sihirli bir hâlde dokunmuştu sanki. Gülümsedim. İki gündür uyuyor olduğumdan bu gece de uyumamaya çalıştım. Masanın başına geçip ders çalışmak için kitaplarımı açsam da sabaha kadar bu meseleyi düşündüm.

Sabah olduğunda okula gitmek için eşyalarımı hazırladım. Duş alıp üstümü giydikten sonra evden çıktım. Fakülte binasına yaklaştığımda Jisung'u gördüm. Bana doğru gelip selam verdi.

"Selam Lee."

"Selam Han."

"Nasılsın? İyi görünmüyorsun. Bir şey mi oldu?"

Yüzüme endişeyle bakıyordu.

"Bir şey olmadı, biraz hastaydım sadece. Şu an iyiyim. Sen nasılsın?"

"İyiyim ben de. Kötü hissediyorsan hastaneye götürebilirim seni."

"Hayır, teşekkür ederim."

Normalde Jisung ile böyle durup konuşmam ama canım fena hâlde sıkılmıştı. İkimiz de binaya girip dersliğe gittik. Yanıma oturmuştu. Anlaşılan bugün peşimi bırakmayacaktı. Ders bittiğinde gidip kahve içmeyi teklif etti. Ve yanılmamıştım işte. Teklifini kabul ettiğimde epey şaşırdı. 1 yıldır ne derse desin 'hayır' dediğim için yine öyle dememi bekliyordu herhalde. Umursamadım, gidip kahvelerimizi aldık ve bahçeye çıktık. Dün yağmış olan kardan dolayı yerler karla kaplıydı ve yer yer buzlanmıştı. Yürümeye başladık, Jisung bir şeyler anlatıyordu ama onu dinleyemiyordum, zihnim başka bir yerdeydi. Bang Chan'in anlattığı çocuk nasıldı acaba? Umarım iyidir.

so, why did you hurt me? /minchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin