𝟬𝟮 ❦ series of discrimination

119 25 43
                                    








2. BÖLÜM AYRIMCILIKLAR SİLSİLESİ

james arthur ♫ impossible.

blackpink ♫ you never know.




Hastane kokusu iyice ciğerlerime sinmiş, adeta üstüme yapışmıştı. Küçüklüğümden bu yana doktorlardan her ne kadar hazzetmesem de 34 gün boyunca burada kalarak geride bıraktığım yılların telafisini yaptığımı inkâr edemezdim.

Kendime geldiğimde bambaşka bir hayata gözlerimi açacağımı bilseydim şayet, uyanmak için acele etmezdim. Dünyam başıma yıkılmıştı. Ailemin dağıldığı yetmiyormuş gibi tamamen alçıya alınan sağ bacağımın işimi zorlaştıracağı kesindi. Belki de taburcu olduğumda bana yaşadığımı hissettiren buz pistine veda etmek zorunda bile kalabilirdim.

Patene 9 yaşındayken başlamıştım. Ne zaman bunaldığımı hissetsem evimin yakınlarındaki gölde -kış mevsiminde genellikle donmuş olurdu.- soluğu alırdım. Başlarda bacaklarım morluklarla dolup taşsa da buzun üzerinde dimdik durmayı, düşe kalka öğrendim. 11 yıl boyunca ise hayatımı tamamen bu spora adadım.

Buzun üstünde ruhumun kırıntılarını yansıtarak dans etmekten başka daha iyi yaptığım bir şey yoktu. Annemin ilgisine ve sevgisine ihtiyaç duyduğumda o buz pisti kucaklamıştı beni. Tüylerimi diken diken edip içimi ürpertse bile, insanların aksine beni hiçbir zaman yarı yolda bırakmamıştı. Soğuk, gücüm olmuştu.

Sustuğumda o beni anlamış, deliler gibi ağlamak istediğimde yaslanabileceğim bir omuz olmuş, avazım çıktığı kadar bağırmaya yeltendiğimde ise çığlıklarıma kulaklarını tıkamamıştı.

En önemlisi beni yadırgamadan, olduğum gibi kabullenmişti. Herkesin birbirini değiştirmeye çalıştığı bu dünyada küçüklüğümden bu yana sahip olduğum şey, hiç şüphesiz nimetten farksızdı.

Annemin, babamın ölümünden sonra tedavi gördüğünü öğrendiğimden bu yana, henüz yanına gidecek cesareti kendimde bulamamıştım. Belki de karşılaşacağım manzaradan korkuyordum. Ya da beni kendi ayaklarının üzerinde dahi duramayan biri olarak görmesini istemiyordum.

Acınası haldeydim. Kendime tahammül dahi edemiyorken bir başkasının bana attığı acı dolu bakışları kaldırabileceğimi hiç sanmıyordum. Kendi ayaklarımın üzerinde bir şekilde durabilmeyi er ya da geç öğrenmeliydim. Öğrenmek zorundaydım.

Saatlerdir bakıştığım tavandan kürelerimi nihayet alabildim. Boş boş uzanmaktan iyice sıkıldığımı hissedebiliyor, beynim mesaisine kaldığı yerden devam etmeye yeltendiğinde duvarların üzerime üzerime geldiğine dair duyduğum inanç giderek artıyordu.

Normal şartlarda kendimi oyalayacak herhangi bir şey bulamadığımda uykuya sığındığım çok olurdu ancak bir aydan fazla bir süredir kendisine yeterince doyduğum düşünülürse zamanımı daha verimli bir şekilde değerlendirmeyi öğrenmem gerekiyordu. Arayı açmakta fayda vardı.

Başımın altındaki yastığı hasta yatağının sırt kısmına yaslamış, yumruk yaptığım ellerimi beyaz çarşafa bastırarak bedenimi yukarı doğru kaydırmıştım. Ardından yatağın hemen yanında kalan krem rengi komodinin çekmecesini güç bela araladım.

Bir elimle komodinin kenarına tutunurken diğer elimle ise çekmecenin içini karıştırdım. Başta telefonum olmak üzere kaza geçirdiğim gün, üzerimdeki eşyaları nereye koyduklarını merak ediyordum.

wind of change ❦ jiroséTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon