𝟬𝟲 ❦ minds succumbing to ingratitude

100 19 32
                                    








6. BÖLÜM NANKÖRLÜĞE YENİK DÜŞEN ZİHİNLER

dean lewis ♫ waves.

fabian secon ♫ what do i live for.



Ciğerlerimdeki oksijen, bir süngerin suyu emmesi gibi çekilirken yüzümün yanında karnıma uygulanan baskı, cehennemi iliklerime kadar yaşatmakta oldukça ısrarcı görünüyordu.

İçinde bulunduğum durumu, Tanrı'nın bir yerlerden izlediğine inanıyordum. Ölümden bir kere dönmüşken kendimi ikinci defa onun eşiğinde bulmayı hak etmediğimi düşünüyor, boğazımın yırtılma ihtimalini umursamadan başıma gelenlerin adil olmadığını haykırmak istiyordum.

Bir zamanlar geleceğime dair hayallerim vardı. Sözde başarılı bir patenci olup ülkemi olimpiyatlarda temsil edecektim. Geçirdiğim kazanın bunun anca rüyalarımda gerçekleşeceğini yüzüme vurduğu yetmiyormuş gibi şimdi de nefes aldığım en ufak bir ana dahi tahammül edemeyen biri tarafından sınanıyordum.

Bırak ayaklarımın üzerinde sağlam bir şekilde durmayı, kendine dahi faydası olmayan, yirmi yaşında bir gençtim. Nefes aldığım her an, yaşadıklarımın ağırlığı altında eziliyordum. Yine de direnmeyi tercih ettim.

Hayata sıkıca tutunsam dahi yüksek ihtimal beni harcamaktan çekinmeyeceklerdi. Zira buna yeltenmeye cüret eden insanın (?) cesareti hiçbir şekilde hafife alınamazdı. Ne de olsa insanoğlunun derisine, nankörlük adeta kazınmıştı. İster çamaşır suyuyla kendini çitilesin ya da tenini oysun, fark etmezdi. Zihinlerini ele geçiren nankörlükleri her zaman onlarla kalacaktı.

Dünyanın bütün kirine rağmen o an bir mucize olmasını dilemekten kendimi alamadım.

"Direnerek kendini boşuna yorma, orospu. İsminin üstü çoktan çizildi. Bu gece buradan yalnızca cesetin çıkacak." Karanlığı okşayan ses, kulaklarımı tırmalamıştı.

Gözlerimi her ne olursa olsun kapatmamam gerektiğini kendime hatırlatıyor, aksi takdirde bilincimin de onu takip etmekten geri kalmayacağını içimden tekrar edip duruyordum. Kolay kolay yardım isteyebilen biri olmasam da o an birinin içimdeki feryatları duymasını diledim. Ağzından dökülen, ruhu kadar çirkin o iğrenç kelimeyi, ona ellerimle yedirmek istiyordum.

O an bir mucize gerçekleşti... Her saniye desibeli giderek artan çığlıklarıma belki de ilk defa kulak tıkanmadı... Ve Tanrı, herhangi bir yardım alamayacağımı düşünerek uzattığım elimi tuttu, düşmek üzere olduğum dipsiz kuyudan beni çekip kurtardı. Böylelikle babamın yanına gidebilmek adına ayaklarıma kadar gelen fırsat, elimin tersi ile geri çevrilmiş oldu.

Çehreme bastırılan yastıktaki baskıdan eser kalmadı. Bedenimde kalan son güç kırıntısıyla yastığı üzerimden çektim. Boğazımı saran parmaklarıma söz geçirememiş, dudaklarımın arasından dökülen öksürüklerin her biri ortalığı adeta ayağa kaldırmama sebep olmuştu. Karanlığa alışan irislerim, gözlerime hücum eden ışık huzmesi sebebiyle sızladı.

Kızgın dalgalar gibi göğsümü delip geçmek konusunda emin adımlarla ilerleyen kalp atışlarım durulup, akciğerlerime dolan oksijene yeniden uyum sağlayabildiğinde görme yetimi tekrardan kazanabildim. Canıma kast eden silüet, odayı -bunu nasıl başardığına kafa yoramayacak kadar yorgundum.- çoktan terk etmiş, irislerim odamdaki kalabalığın bir parçası olan yabancı yüzlerle sırayla buluşmuştu. Her biri gözlerini benden kaçırıyordu.

wind of change ❦ jiroséМесто, где живут истории. Откройте их для себя