𝟬𝟳 ❦ stars around bleeding scars

93 16 53
                                    








7. BÖLÜM KANAYAN YARALARIN ETRAFINDAKİ YILDIZLAR

coldplay ♫ fix you.

ingrid michaelson ♫ light me up.



Sırlar, dedikodu yapmaktan yıpranan her dilin daha fazla kirlenmemesi adına yutulan, görmezden geldikçe de çığ misali yürekte büyüyeyerek insanın can düşmanı haline gelen birkaç kelime yumağından ibaretti. İnsanın kendi kafasına dayadığı silah, elleriyle kazdığı mezardı.

Parmaklarım, tuttuğum silahın avuçlarımın arasından kayıp gitmesine sebep olacak kadar güçten düşmüş, an itibarıyla kafama dayadığım silah el değiştirmişti. İnsanlara ördüğüm duvarları tek yumruğuyla yıkan Park Jimin, ölüm fermanımı hiç şüphesiz elinde tutuyordu. Ya üzerime toprak atarak işimi kökünden bitirecekti ya da hakkımda edindiği kozları her an başka birine söyleyebilirmiş korkusuyla beni elinde oyuncak edecekti. Ondan özür dilemem gerektiğini papağan gibi tekrarladığı düşünülürse ikinci ihtimalin gerçekleşme ihtimali daha yüksekti.

Kimsenin derdini küçümsemek gibi bir amacım yoktu, haddim de değildi. Fakat son zamanlardaki en ufak bir şeye dahi duyduğum kırgınlığı saymazsak eğer, dertlerimin kuru bir özürle azalmayacak kadar büyük olduğu ortadaydı. Kendime dahi kırgınken içtenliğini sorgulayacağım bir çift söz, ne beni ne de bir başkasını rahatlatmaya yetmeyecekti.

Parmağı tetikteydi. Sakinliğini büyük bir soğukkanlılık ile korumaya devam ettikçe kendimi satranç oyunundaki şahı korumak adına feda edilen piyonlar gibi hissediyordum. Jimin ise vezirdi. Benim gibi değildi, güçlüydü. İstediği her yöne gidebilir, kafasına her eseni yaparak beni kolaylıkla köşeye sıkıştırabilirdi.

Planlarımın suya düşeceğini düşünürken beni şaşırtmaya yemin ettiğini belli etti. Sürprizlerle doluydu. Kafasında dönüp dolaşan tilkilerin sağı solu belli olmuyordu. Yürümekte en az benim kadar zorluk yaşamasına rağmen oturduğu koltuktan kalktı ve yanımdaki yerini edindi. Yeni bir operasyon geçirdiği düşünülürse en ufak bir hareketinde bile canının yandığına kalıbımı basabilirdim fakat çehresi o kadar sertti ki herhangi bir duyguya geçit vermeyi reddediyordu.

"Üzerindeki rahatlığa bakılırsa eğer eline geçen delili polisten sakladığına şahitlik etmem, senin için bir tehditten ibaret değil. Ya suç ortağın olacağıma fazlasıyla eminsin ya da hiçbir şeyden korkun yok? Hangisi?" diye mırıldandığında tek kaşını kaldırarak benden bir cevap beklediğini belli etmiş, içinde bulunduğumuz tıp oyununa noktayı koymuştu.

Suç ortağım olacağından hiçbir şekilde emin değildim. Aksine ona karşı, kendimi eksilere düşüreceğim davranışlar sergilemişken yükümü benimle birlikte sırtlanması mantıksız olurdu. Hiçbir şeyden korkum olmadığını da söyleyemezdim. O kadar cesur olmadığım gibi kendimden dahi korkuyordum. Ona karşı düşüncelerimi tam anlamıyla yansıtmasam da stresten ölmek üzereydim.

"Bunun açıklamasını sana niye yaptığımı bilmiyorum ancak elimde polisten birkaç adım öne geçmeme sebep olacak bir delilin olduğunu ben de seninle birlikte öğrendim. Takdir edersin ki geçirdiğim sinir krizinin ardından isteğim dışında vurdukları sakinleştiricinin etkisinden çıkmakla meşguldüm. Hoş, önce fark etmiş olsam bile onlarla yine paylaşmazdım." Kollarımı göğsümün üzerinde birleştirdikten sonra ekledim.

"Olayları iyi analiz edememişsin, ikisi de değil. Kendimden başka hiç kimseye güvenmiyorum. Sorunlarımı çözmek için gerekirse adaleti bile çiğnerim. Sırf birileri rahat edecek diye yapılan haksızlıklara tahammül edemiyorum."

wind of change ❦ jiroséWhere stories live. Discover now