BÖLÜM 2

953 49 0
                                    

Canım kızım, Umayım..
 
Bu mektup eline ulaştıysa sana ulaşamayacağım kadar uzaklardayım demektir. Aksi halde az sonra okuyacaklarını gözlerinin içine bakarak sana sımsıkı sarılarak söylemeyi çok isterdim. Öncelikle beni affetmeni istiyorum. Ne yaptıysam, ne yalan söylediysem senin ve milletimin iyiliği için olduğunu bil. Ve gerçekler her ne olursa olsun sen benim canımdan bir parçasın, ben senin babanım. Ben seni hep kızım olarak gördüm. Bunu bil.
 
Sana geçmişimden bahsetmek istiyorum. Her sorduğunda geçiştirmek zorunda kaldığım geçmişimden. Orta Asyada yaşadığımı ve ülkemde çıkan savaştan sonra Türkiyeye zorunlu göç etmiş bir türk askeri olduğumu biliyorsun. Bilmediğin beraberimde seni de getirdiğim. Ülkemde çıkan savaşta annen seni koruman için bana emanet etti. Baban ise ben ayrılmadan çoktan şehit olmuştu. Annenin veya kabilenin ne durumda olduğunu yıllar sonra bile tüm çabama rağmen öğrenemedim. Kabileden hiçkimseye ulaşamadım. Seni riske atmamak adına yurduma da gidemedim. O savaştan kim galip kim mağlup ayrıldı tanrı bilir.
 
Ülkeyi terk etmem, seni peşindekilerden çok uzaklara götürmem gerekiyordu. Seninle beraber Türkiyeye geldik. Sen daha 3 aylıktın. Sana yetememekten çok korktum. Derken karşıma Zehra çıktı. Annen ..
 
Seni öz kızı gibi sevdi, sahip çıktı. Anne babası hayatta değildi. Tek akrabası, teyzen biricik kardeşinin dul çocuklu bir adamla evlenmesini hiçbir zaman hazmedemedi. Bundandır ki senden de benden de hep nefret etti.
 
Benim hikayem bu kızım. Sana yalanlar söyledim, öz yurdundan ayırdım. Hepsi senin içindi. Affet.
 
Bugün doğum günün. Yirmi bir yaşını dolduruyorsun. Bunun anlamını yakında öğreneceksin. Yurduna dönme vaktin geldi kızım. Tengri ormanlarına git. Ebede seni bulacak. Ona güven ve sana yol göstermesine izin ver. Sana öğrettiğim ideallerden ayrılma ve her daim güçlü kal. Hakkın olanı al ve adaletle hükmet. Seni seviyorum.
 
Baban..
 
Mektubu defalarca kez okumuştu ancak inanmakta hala güçlük çekiyordu. Yirmibir yıllık yaşamı gözünün önünden geçti. Herşey yalandı. Şimdi bir karar vermesi gerekiyordu. Kalıp mücadeleye yalnız mı devam edecekti yoksa köklerini mi arayacaktı. Belki de annesi yaşıyordu. Nihayet bir ailesi olabilirdi. Bir yandan yaşadığı ekonomik sıkıntıları düşündü. Evi bir an önce boşaltması gerekiyordu. Gitse ne kaybederdi ki? O an karar verdi. Ömür boyu keşkelerle yaşamaktansa gerçeklerle yüzleşmeye karar verdi.

Herşey çok çabuk halledildi. Umay tekrar döneceğini düşünmüyordu. Evindeki eşyaları sattı. Kiradan artan paranın büyük kısmı uçak parasýna gitti. Kalan da yolculuk sırasında ancak yeterdi. Üç beş parça kıyafetini sırt çantasına yerleştirdi. Anne ve babasının fotoğraflarının bulunduğu madalyonu boynuna astı. Ne olursa olsun onu şefkatle büyüten bu insanları ailesi olarak görmekten vazgeçmeyecek, onlara gönül koymayacaktı. Anne babasının onun iyiliğini düşündüğüne inanıyordu.
 
Uçağın iniş anonsunu duyduğunda sabah saatleriydi. Çantasını aldı ve anayurduna ilk adımını attı. Asıl sorun şimdi başlıyordu. Ebedeyi nasıl bulacaktı? Havaalanındaki bir görevliye Tengri ormanlarına nasıl gideceğini sordu. Görevli tuhaf bakışlar eşliğinde bölgedeki iç karışıklık sebebiyle yöreye ulaşımın sınırlandırıldığını, ancak kendi imkanlarıyla gidebileceğini söyledi. Babasının bahsettiği savaş devam ediyor olmalıydı. Umay yanında fazla eşya getirmediğine memnun oldu. Biraz dinlenebileceği ve kafasını toparlayabileceği ucuz bir pansiyon aradı. Yakınlarda temiz görünen bir tanesini buldu ve yerleşti. Kendini dinç hissettiği için araştırma yapmak amacıyla dışarı çıkmaya karar verdi.
 
Akşama kadar öğrendikleri gözünü korkutmaya yetmişti. Tengri ormanlarında teknolojiden uzak, ortaçağdan kalma adetlerle  kabileler yaşıyordu. Neredeyse küçük bir ülke kadar büyük olan orman bağımsızlığını ilan etmiş, 21 yıl önce çıkan savaştan bu yana giriş çıkışlar yasaklanmıştı. Zira bir giren bir daha geri dönemiyordu. Ormana ancak kaçak yollarla girebilirdi. Bir yanı tedirgin iken bir yanı babasına güvenmeyi seçiyordu. Ormana kaçak girmenin yollarını aramaya karar verdi. Ve iki günün sonunda buldu da. Ormanda bulunan nadir bitkileri toplamak ve iyi bir fiyata satmak için ormana girip çıkan bir adamla karşılaştı. Adam orman hakkında tek kelime etmiyordu ancak Umay onu ikna etmek için kalan son parasını harcamak zorunda kaldı. Sonunda gece yarısı buluşmak üzere anlaştılar.
 
Gece yarısı Umay yanına aldığı çantası ile otelden ayrıldı. Arslan isimli adamla buluşacakları noktada onu beklemeye başladı. Çok geçmeden Arslan da geldi.

-Vazgeçeceğini düşünmüştüm.

-Çıkalım artık.

-Beni takip et.

Yaklaşık 2 saat karanlıkta yürüdüler. Sonunda dikenli tellerle örülü bir alana geldiler.

-Burası ormanın sınırı.

-Nasıl geçeceğiz buradan  

-Tanıdık askerler var rüşvet kar
şılığı sorunsuz geçiş sağlıyorlar.

-Bu yasağı delmek bu kadar kolay mı?

-Yasağın amacı insanları ölümden korumak. Sen ölüme kendi ayaklarınla gidiyorsan bu kimsenin umurunda olmaz.

Adama hak verdi. Kendi de belki de ölümüne ayaklarıyla gidiyordu. Yine de içinde yeşermiş olan umudu ve heyecanı görmezden gelemiyordu. Hayatı boyunca dışlanmış bir kız olmuştu. Belki de sonunda bir yere ait olabilecekti. Onu bekleyen bir ailesi, akrabaları olabilirdi. Belki arkadaş edinir, yıllar süren yalnızlığından kurtulurdu. Bunları düşünürken kontrol noktasına geldiler. Arslan bir askerle kısa bir konuşma yaptı. Adamın eline bir şeyler tutuşturdu ve matal kapı onlar için usulca açıldı. Umay biraz tedirgin, biraz umut biraz da heyecanla yeni hayatına ilk adımını attı.
 
Ay ışığı altında yürümeye devam ettiler. Ormanın havasını soludu derin derin. Şimdiden dinçleştiğini hissetti. El değmemiş orman dedikleri bu olsa gerekti. Yıllar süren savaştan sonra daha harap bir bölge bekliyordu.

-Nereye gideceksin? Orman hayli büyüktür. Aradığın yere ulaşman günler sürebilir.

-Birini arıyorum. Ebede. Tanıyor musun?

Arslanın gözleri büyüdü.

-Ne yapacaksın Ebedeyi?

-Tanıyor musun, tanımıyor musun?

-Sen Onu bulamazsın. O seni isterse bulur. Yollarımız burada ayrılıyor.

Cebinden bir bıçak çıkardı.

-Al bunu. Gerekirse kullanmaktan çekinme. Kendini koru. Benden bu kadar.

-Bari ne tarafa gideceğimi söyle.

-Ebedenin ne tarafta olduğunu ancak tanrı bilir. Dediğim gibi dilerse o seni bulur.
 
Arslan karanlıkta kaybolurken derin bir nefes aldı. Yapabileceği bir şey yoktu. Amaçsızca ortalıkta dolaşıp kadının onu bulmasını bekleyecekti. Karnı acıkmıştı ve uykusu vardı. Dinlenebileceği bir yer bulmaya karar verdi. Yarım saatlik yürüyüşün ardından bir dere kenarında soluklandı. Çantasından çıkardığı hazır gıdayla karnını doyurdu. Suyunu içti. Kafasının altına koyduğu çantasıyla kendini uykunun tatlı kollarına bıraktı.
 
Yine o garip rüyalardan birine gözlerini açtı. Bu sefer yanında simsiyah yavru bir kurt vardı. Gözleri hayranlıkla parlıyor, küçük bebeğe bakıyordu. Umay bebek zihninin derinliklerinde bir ses duydu.

-Ruhum ruhuna yoldaş olsun, bedenim bedenine siper. Seni ömrüm boyunca koruyacağım ulu ecem.

Umay içinde oluşan sıcaklığı, kalbinin atışının hızlandığını hissetti. Sanki görünmez bir ip iki ruhu birbirine bağlıyordu. Gözlerini küçük sevimli kurttan alamadı.

-Aman tanrım neler oluyor böyle?

-Umay iyesini buldu ecem.

-Çok geç, gitmelisiniz.

-Siz iyeyi sakinleştirmeye çalışın.

Alçin son kez kızına sarıldı ve Yavuza teslim etti. Bir terslik olduğunu anlayan küçük iye ecesine ulaşmak için çırpındı. Ancak Alçinin kollarından kurtulamadı. Kar beyazı bir ata binen Yavuz minik bebekle oradan uzaklaştı. Arkasında acıyla uluyan minik kurdu bırakarak.
 
 

UMAYWhere stories live. Discover now