Mühür

65 47 1
                                    

Bulutlar, güneş ışıklarının girmesini engelliyordu. Oysa güneş ve bulut bir arada güzel değiller miydi? Güneşin tek istediği ısıtmak ve aydınlatmaktı başka amacı olamazdı ama bulut onun aksine değişkendi. Yeri geldiğinde kendini karanlığa bırakır, yeri geldiğinde bir felakete dönüşürdü.

---

Ekin ile koca bir ağaca yaslanmış yalnızca hayatı sorguluyorduk. Koca bir bilinmezliğin içinde dönüp durmak bizi yormuştu. Buna ihtiyacımız vardı. "Joseph'in bedeninin nerede olduğunu merak ediyorum. Polisler de bulamadı henüz." 

"Hiçbir fikrim yok." dedim. Bir yandan elime aldığım kozalağın kabuklarını çıkarırken aklıma takılan soruyu sordum.

"Sence lanet kim?" 

"Yakın olduğunuzu biliyorum ama olabilecek en muhtemel kişi Yasmin. Sana bunu net bir şekilde söylüyorum. Sonuçta oyun olmasa aramıza tekrar giremeyecekti. Belki de arkadaşlığımızı kıskanıyordu. Ya da senin Leyan'la yakınlığını" dedi oturduğu yerden kalkarken ve üstünü silkeledi hafifçe.

"Sabah sana anlattığımı hatırla. Zümrüt Hanım ve arkadaşları da aynı laneti yaşamıştı ama aralarından biri değildi o kişi. Neden illa bizden biri olmak zorunda?" 

"Pollyanna." dedi gülerken "Yasmin'e ne kadar çok güveniyormuşsun sen öyle. Pardon sadece ona değil, herkese. Bak sana tekrar diyorum, bu kadar iyi niyetli olma. Herkesi kendin gibi görüyorsun." 

"Siz hepiniz benim dostumsunuz, elbette güvenirim. Bunun nesi yanlış?" dedim oturduğum yerden kalkmadan. 

"İnanma, hayal kırıklığına uğrayabilirsin." Bir süre gözlerimin içine baktı daha sonra uzaklaştı oradan, iyi görünmüyordu.

Ne dediğine ve neden bu kadar yükseldiğine anlam verememiştim. Zaten her şey kötüyken bu kadar meyus olması anlamsızdı kendimce. Eminim o da lanetin kim olduğunu bir an önce öğrenip daha sonra bir kaşık suda boğmak istiyordu. 

Aslında aklıma her ihtimal geliyordu, mesela lanetin Alphan olma ihtimali. Ama binlerce mantıksızlık vardı. Eğer bunu yıllar sonraki kendi bile yapmış olsa, benliğini yok edemezdi. 

Binbir türlü ihtimallere dalarken yanıma konan kargayı fark etmemiştim bile. Emindim ki onlar da kendi içlerinde birçok önemli anlam taşıyorlardı. Acaba sevsem bana zarar verir miydi? Tam gözlerimin içine bakıyordu o kara gözleriyle. Elimi yavaşça ona doğru uzatırken tanıdık bir sesle irkildim. "Dokunmasan iyi olur."

Zaten Ufuk'un sesi sağ olsun karga uçarak oradan uzaklaşmıştı. "Ne zaman geldin sen? Ödümü koparttın." 

"Kargalara dokunma, insanlardan hoşlanmazlar." dedi ve elini cebine sokarak havanın ferahlığını içine çekti.

"Sen kargalara fısıldayan adam mısın, nereden biliyorsun hoşlanmadıklarını?" diye şaka yaptım ama gülmüyordum çünkü bu çocuk beni ürkütmeye başlamıştı. Sürekli ormanın içinde karşılaşıyordum, asla etkinlik ya da toplu bir yerde görmemiştim onu ve tuhaf inançlara sahipti.

"Resimlerin önüne koymak için bir sürü çiçek koparılmış kökünden. Kargalar, Valiev köşkünde en başından beri varlar ve bu tüm yeşillikler, renkler onlara ait. Yaptığınızı kolay kolay unutmazlar. Gerçi uzun zamandır insanlara yaklaştıklarını görmemiştim. Demek seni sevdiler." diye anlatırken ona saçma bir bakış attığımı fark etti ve susarak kaşlarını havaya kaldırdı. "Ne?" 

"Abeluroba'nın inançlarından biri bu da sanırsam. Tamam bir dahakine dikkatli olacağım." dedim ve derin bir iç çektim. "Şu sıralar o kadar garip olay yaşanıyor ki... Ailem yaşanan yangından sonra geri dönmemi bile istediler ama gidemem." 

Abeluroba'nın Lanetli OyunuWhere stories live. Discover now