9| ''I'm crazier than that girl and anyone else.''

1.2K 145 114
                                    

[The Neighbourhood - Reflections]

[Halsey - Walls Could Talk]

9| "I'm crazier than that girl and anyone else."

Belirli bir döneme kadar yoksullukla geçmiş hayatım, bir dönemden sonra, göz alıcı bir hale gelmişti. Dışarıdan bakıldığında, herkesin özeneceği türden bir hayata sahiptim. Kore'nin en ünlü idollerinin başında geliyordum. Belki de bu bile, hayatımın kıskanılması için yeterliydi. Başarılı olmak, zor bir süreçten geçiyordu. Bu süreçte, ya kişiliğini bozmayıp kendi ayaklarının üzerinde, emek vererek yükselmeye çalışıyordun; ya da bir köle olmayı kabul edip, insanların seni para karşılığı kullanmasına göz yumuyordun. Sektörde iki türlüsü de vardı. Ben kendimi birinci kısımda görürken, Jungkook'u ise kesin bir şekilde ikinci kısma yerleştiriyordum.

Çünkü o, bunu istemişti. Aptal değildim, bir şeylerin farkına varmak, artık, zor değildi. Jungkook bana öyle büyük acılar çektirmişti ki daha fazla ağlamak, kendimi hırpalamak ve Tanrı'ya isyan etmek gelmiyordu içimden. Bunun yerine düşünüyordum; sürekli. Neden böyle oluyor diye sorguluyordum kendi kendime, neyi yanlış yapıyorum, nerede kaybediyorum, bunu hak edecek ne yaptım... Ve yeminler olsun ki, düşünmek, kendime zarar vermekten daha güçtü.

Mantıklı olan tarafım, "Artık onu düşünmeyi bırak." diyordu. Belki de bunu yapmalıydım. İnsanların kölesi olmasına izin vermeli, kendi hür hayatıma bakmalıydım. Aşk acısı çekebilirdim, zaten altı aydır nefes aldığım her an aşk acısı çekiyordum. Ben, Jungkook'un kolları arasındayken bile acılar içinde kıvranıyordum.

Ve ölmemiştim işte, bir şekilde yaşayabiliyordum. Her zaman yaşamıştım. Küçük bir çocukken, tıpkı Jungkook gibi, annemin sevgisizliği beni içten içe öldürürken de yaşamıştım. Belki nefes almak zordu, acı vericiydi ama başka çarem yoktu. Hayat, her zaman istediğim gibi ilerlemiyordu. Belki de isyan etmek yerine, kabullenmem gereken zamanlara çoktan gelmiştim.

Öte yandan, duygusal yanım devreye giriyordu:

"Senin olanı, senin elinden almalarına nasıl izin veriyorsun?" diye soruyordu, bana. Kendi içimde filizlenmesine izin verdiğim bu fikir, beni delirtiyordu.

Bir anda, Jungkook'u bırakmak istemediğimi düşünüyordum. Bu zamana kadar onun için çaba sarf etmiştim. İlişkimizin boktan da olsa, belirli aşamalara gelmesini sağlamıştım. Onu, bir yere kadar iyileştirmiş; kabuğundan çıkması için yardımcı olmuştum. Şimdi öylece terk edip gidersem, benim yerime geçecek olan o kişiye, neden kendi ellerimle âşık olduğum adamı teslim edecektim ki?

Neden ben her seferinde kaybeden, geri çekilmek zorunda kalan, acı çeken, terk edilen, sevilmeyen ve yalnız bırakılan taraftım?

Neden bir defa olsun, benim dışımda birileri acı çekmiyordu?

Jungkook'un acı çekmesini istiyordum.

Belki de tek sorunum buydu, artık Jungkook'un da acı çekmesini istiyordum. Güvendiğin, delicesine âşık olduğun adam tarafından geride bırakılmanın ne demek olduğunu hissetmesini istiyordum. Gözlerini açtığın anda, aklına dolan o güzel suret için yanıp tutuşurken; aslında o suretin sana hainlik yapmak için bekleyen bir alçak olmasının, nasıl bir his olduğunu, iliklerine kadar hissetmesini istiyordum.

Belki de yalnızca, delirmiştim.

Elimdeki şarap bardağını karşımdaki duvara fırlattığımda, kırmızıya boyanan krem rengi duvarlar ile dudaklarımdan keyifli kıkırtılar döküldü. Bir anda tüm duygularım yerini, öfkeye bıraktı. Ayağa kalkma ihtiyacı bile duymadan, bu defa da koltuğun üzerinde duran çerez tabağını alıp cam sehpaya fırlattım. Cam sehpa kırılmadı, yalnızca üzerindeki gereksiz eşyaların birkaçı yere düştü. Bu his, beni yeterince tatmin etmedi. Ayağa kalktım, bu defa duvarı boydan boya kaplayan televizyonun, yanında duran demir şamdanı aldım ve sertçe cam sehpaya vurdum. Defalarca kez tekrarladım, sonunda cam sehpa ortadan ikiye ayrılıp büyük bir gürültüyle kırıldığında elimdeki şamdanı televizyona fırlattım.

Love Me Harder | TaekookWhere stories live. Discover now