al sana bir kaya, nereye dayarsan daya / kurba

38 9 27
                                    

Teneffüsteydik, çok şükürler olsun. Bizimkiler beş altı kişi bir yere gitmişlerdi, çok da umurumda değil orası. Muşmula suratlı insanlar kafes dövüşünde yeni bir çağ başlatırken, osuruk suratlılarsa benim gibi oturmuş, bir şeyler düşünüyordu. Taklitler aslını yüceltir, unutma evlat.

Açıkçası, çok örnek bir insan olduğumu tabii ki de biliyorum ama hareketlerimin kopyalandığı seviyeye kadar gelmiş bulunmaktayım sanırım. İşte, harika bir insan örneğiyimdir ben.

İnsanlar, yaşam tarzımı kıskanabilir. Kaslarımı, saçlarımı, vücudumu yani kısaca her şeyimi isteyebilirler. Ben olmak isteyebilirler ancak olamazlar. İşte bu yüzden, beni idolü olarak görürler.

Paralel evrende tabii. Evet, merhaba. Ben Hyunjin, kimsenin idolü falan değilim. Bir dakika, Jeongin ne yapıyor lan?

Odaklandığımda, Jeongin'in sınıfın orospusuna bir şeyler söylediğini gördüm. Kız arada bir göz kırpıyor, saçıyla vesaire oynuyordu. Ben de "Olmaz böyle iş" aklıyla hemen koştura koştura Jeongin'in yanına giderek "Ah Jeonginciğim, nasılsın canım benim? İyisindir, değil mi? Gelsene bir sen," dedim ve kolundan sürükledim, kendi sırama. Sonra "Lan, kız altına girmek için çırpınıyor amına koyayım, delirdin mi sen?" diye tüyden hafif bir tokat attım.

"Ya, çok sıkılıyorum. Birilerine dayamam lazım artık." diyerek yanıt verdi, gözlerimin içine bakarak. Ya çocuk, sen ne salak bir şeysin, ne demek sıkılıyorum? Playboy musun lan sen? İlişkin de olmadı ki, neden sıkıldın? Otuz bir çekmekten mi? Cidden mal ya.

Lan, içimden söylüyormuşum, farkında bile değildim.

Jeongin'in "Alo, gözlerin değil, kendin konuşman lazım!" diye bağırmasıyla bir anda irkildim. Demek ben konuşmasam bile gözlerim konuşabiliyormuş. Dalmışım ya, kusura bakma canım.

Jeongin beni hayata döndürmeye çalışırken, bir anda ''Pat!'' diye bir ses geldi. Kaynağına döndüğümde ise, cama taş fırlatmış olduklarını gördüm. Cam kırılmadı ama, çıkan sesi tahmin edin. İğrenç, bir o kadar da korkunç bir ses. Tabii cevapsız bırakmadım bu savaş çağrısını, hemen camdan kafamı uzatıp "Ne yapıyorsunuz lan?" diye bağırdım. Jeongin bile ne olduğunu anlamadı, mal mal bana bakıyordu.

Taşı fırlatan çocuğu görmesem de, birisi bana karşılık olarak "Al sana bir kaya, nereye dayarsan daya." dedi. Çok sağol. Yani, her zaman hayatımda bir şey eksik olduğunu düşünürdüm, bunun bir kaya olduğunu öğrendim. Bu kayasız ne yapabilirim ki? Hayatımı tamamlayan parça bu. Öyle asil, öyle özel bir parça ki, uğruna şehit edebilirler beni.

Daha askere gitmedim, kel Hyunjin için hazır olduğumu veya hazır olduğunuzu düşünmüyorum, düşünmeyeceğim, düşünmek nasip olmasın.

Dinlemek hakkında bir şeyler söylemiştim ya, düşünmek tam tersi. Asla düşünmeyin. Düşünürseniz eğer, düşünür olursunuz. Düşünür olmak ne demek, biliyor musunuz? Sürekli düşünen, mantıklı düşünen, düşünmeyi her şeyden daha çok önemseyen insana denir. Biz, düşünürsek, biri konuşurken onu hiçbir türlü dinleyemeyiz. Dinleyemezsek de, din adamı olmak, hayatımızda sadece bir hayal olarak geçer. Asla tam bir din adamı olamayız. İşte bu yüzden, düşünmek değil önemli olan; dinleyebilmek. İlla ki düşünmene gerek yok. Mesela, neden var olduğumuzu düşünmeye kalksan beynin yanar. Ama bunu dinlersen, ''Siktir et'' diyebilirsin ve beynin yanmaz. Düşünmeyin, dinleyin.

Evet, günlerden Hyunjin ve din adamlığı. Dinime çok bağlıyım, Kanyeizm. Tanrıların asıl dini de Kanyeizm, hepinizi kandırdılar. Yok İslâm, yok Hristiyanlık, yok Budizm...

Gerçek din Kanyeizmdir.

Ya, cidden, ne anlatıyorum ben? Evet, tamam. Sustum. Lan, kim dürtüyor beni?

Sonunda kendime geldiğimde kafamın camdan aşağı sarkık olduğunu, Jeongin'in de beni hayata döndürmeye çalıştığını fark ettim. Hemen kafamı çektim, şimdi iter falan, ölmek istemiyorum. Camdaki kaya düşmemiş bu arada, hayata tutunuyor. Jeongin'e dayayacağım.

"Yaşıyorum, bir dur!" diye bağırdım en sonunda, Jeongin'in kulaklarını muhtemelen sağır ederek. Muhtemelen değil, kesin sağır ettim çünkü kulağının tam içine bağırdım. O anki hissi sadece yaşayanlar bilir, ben de yaşadım. Bir gün herkes sağır olacak. Aslında, sağır olmak her şeyden güzeldir. Çünkü...

Bir dakika, hayır. Bu sefer yarım saat aptal bir şekilde bir şeylere dalmayacağım.

Gerçekten Jeongin'in kulağına kötü kötü şeyler yapmış olmalıyım ki, "Ya Hyunjin, kulağımı siktin!" diye bağırdı o da. Sağır olduğu için kendi sesini duymuyor, duyabilmek için bağırıyor kesin. Ben buna neden seviniyorum ki?

Kulağını sağır ettiğim velet bir yana, Chan girdi sınıfa. Suratında sanki birisi ona "Nude atacağım" deyip nah çekerken fotoğraf atmış gibi bir ifade vardı. N'oldu ki şimdi buna?

Her zaman yaptığım gibi koşmadım, yürüdüm. Yürüyerek yanına kadar aynı bir kaplumbağa gibi yavaş yavaş, sakin sakin gittim. Vardığımda ise kolumu omzuna atarak "Ne oldu?" diye sordum.

"Okuldakiler zencigötlerin değerini anlamıyor, hepsini teker teker kınıyorum. Bir gün soyları tükenecek, okuldakiler de zencigötleri zamanında sevmediği için depresyona girecek." cevabını beklemiyordum tabii. Boka bakarmışçasına bir bakış atarak "Ben de önemli bir şey oldu zannettim, salak." dedim. Ne yapayım yani, böyle bir cevap cidden beklemiyordum. Ne ilgisi var şimdi zencigötün okul ile? Kanyeizm'e göre zencigötler kutsaldır ancak okuldakiler Kanyeist bile değil amına koyayım.

Chan'a telefonla yazmaya çalışsanız yirmi dakika, hızlı konuşsanız iki dakikada okunacak, neredeyse tüm küfürlerden oluşan bir şiir okuduktan sonra, Jeongin'in yanına geri döndüm. Camdan birileriyle konuşuyordu ve aynen bir babaanne gibi bağırıyordu. Dedim ya, sağır ettim diye. Şaka değildi. Gerçekten sağır oldu, bir şey anlamayınca camdan tüm herkesin duyabileceği bir sesle ''He?'' diye bağırıyor.

En sonunda aldım karşıma, ''Jeongin, kulakların düzelmezse emcükleyeceğim.'' dedim. İyi ki demişim, İsa gibiyim aynen. Birkaç saniye kalmadı, sanıyorum ki kulakları açıldı çocuğun. Sonra geri cama gönderdim, bir baktım, çocuk normal ses tonunda konuşuyor. Her hastalığa şifayım, evde kalmam ben.

Beni istemeyen insanlar, ''Evde kalırsın sen oğlum, seni almazlar'' deyip tek derdi dedikodu yapmak olan, elli altmış yaş aralığındaki teyzeler, sağırların yeniden duyabilmesini sağlıyorum, ben miyim evde kalacak olan? Tabii ki de hayır, teyzeciğim, senin o kokuşmuş, varoş, fakir mi fakir, yüzüne tükürülmüş oğlunuz kalacak evde.

Her neyse! Jeongin'i Chan'ın yanına yolladım çünkü biraz da ikisinin birbirini boğmasını izlemek istiyorum diyecektim ki, Minho geldi. Suratı piyangoyu kazanmış bir dilenci gibiydi ve yürüyüşü de annesine inşaatta kötü kötü şeyler yapılmış da doğmuş gibiydi. Cidden, bizden dışarı altı kişi çıktı, altı kişinin de hâl hareketleri bambaşka mı? Kim bilir nelere şahit oldunuz, kıyamam derdim ama, kıyarım.

Ulan, neden aklıma geldi bilmiyorum ama, benim kurbağalı bir plastik silahım vardı küçükken. Ben hep o silaha "Kurba" derdim. Sonra o kayboldu, belki de babam falan yaşımın geldiğini düşünmüştür, bilmiyorum. Çok ağlamıştım "Kurba"lı silahım gidince. Birkaç ay boyunca her oyuncakçıya gidişimizde "Kurba, kurba, kurba" diye tekrar edermişim silahı. Doğrusu, neden kurbağalı olduğu konusunda hiçbir fikrim yok. Tek bildiğim şey, "Kurba" olması. Ah be Kurba, seni çok sevmişim zamanında. İşte insanların da birbirine bu ilgiyi vermesi gerekli, herkesin bir Kurba'sı olmalı. Kurba her şeyden daha önemliymiş ben daha agu derken, derdim yok, Kurba'm var.

Kurba(ğa)nızı etiketleyin

Yarak-ı Sevkiye, HyunhoWhere stories live. Discover now