yoo

33 9 40
                                    

Chan'ı da kalp krizi geçirmeye bir adım yaklaştırdıktan sonra, yapışık ikizler olan Seungmin ile Changbin'i aramaya başladım.

İlk gideceğim yer tuvaletlerden biri oldu çünkü hep orada takılırlar, orada kendi başlarına savaş başlatırlardı. Şahidim.

Koşa koşa tüm tuvaletleri gezmeye başladım. En sonunda, orta katın tuvaletinde bağırışma sesleri duymamla içeri daldım. Tahmin ettiğim gibi, Seungminle Changbin tuvaletteki tek insanlar olarak bağıra çağıra dövüşüyordu. Diğerlerini korkutup kaçırmışlardır.

Sanki yanlışlıkla girmişim de şaşırmışım gibi sesimi ayarlayarak "Aa, siz burada mıydınız?" dedim. Kendileri de biraz şaşırmış görünüyordu.

Sanırım verecek cevap düşünemediği için aniden "Yoo," diye atıldı Changbin. Seungmin de "Changbin, cevabına sokayım!" diyerek birkaç saniye derin nefes alıp vererek tavana baktı. Sana bir meditasyon lazım Seungmin.

Görevimin ikisini de rahatsız etmek olduğunu hatırlayarak ilk önce Seungmin'in arkasına geçtim ve götüne vurdum. O an büyük ihtimal tepki vermesi biraz geç sürdü, var gücüyle çığlık attı çünkü. Sert de vurmadım ki.

Seungmin'in attığı çığlık ile Changbin'in de kulaklarının pasını giderdi. Ben de ikisi de rahatsız olmuştur düşüncesiyle sıradaki hedefime doğru yola koyuldum; Jeongin. Doğrusu, yalnızca Minho'ya yapıp bırakacaktım ancak canım diğerlerine de sataşmak istedi.

Jeongin'in az çok nerede olduğunu tahmin ederek sevgilisi Minjeong'un bulunduğu sınıfa gittim. Tahmin ettiğim gibi ikisi de kapının önünde bir şeyler konuşuyorlardı. Konuşmalarını bitirmelerini beklemeyecektim, direkt olarak bir şey yapmam gerekiyordu ve bu yüzden de aklıma gelen ilk şeyi yaptım, pandik attım.

Jeongin irkilerek ''N'oluyor lan?'' dedi. Bir anda arkasına döndü, ''Sen mi yaptın?'' diyerek tek kaşını kaldırdı. Ben de ''Yoo,'' diyerek sırıtmaya başladım. Göz devirdi. Ben de devirdim. Yeniden devirdi. Ben de yeniden devirdim. Minjeong da bizi izleyerek bıyık altından gülüyordu. Sempatik kız aslında.

Daha sonra yaşattığım rahatsızlık için özür dilemeden yanlarından kaçtım. Şimdi ise son kişiden bir önceki kişinin, Jisung'un yanına gidiyordum. Tüm teneffüs oradan oraya koşturduğum için biraz olsun yorulmuş, aynı kişileri bir milyonuncu defa gördüğüm için de biraz bunalmıştım ama Jisung'u da sinir etmeden şuradan şuraya adım atmam. Felix de var tabii.

Bu sefer kafam biraz karışıktı çünkü Jisung'un nerede olabileceğine dair gerçekten hiçbir fikrim yoktu. Cidden, bu çocuk sınıfta olmadığı zaman nerelere gidiyor? Neyse, bulacağız. Yapacak bir şey yok.

İlk olarak, yeniden bir sınıfa baktım. Orada yoktu. Arkasından Changbin ve Seungmin'in işgal ettiği kısım dışında teker teker tüm tuvaletleri gezdim. Erkekler için olanları tabii ki.

En sonunda Jisung'un okuldan yakın arkadaşları olduğunu hatırlayıp onların sınıflarına gittim. Neredeyse her sınıfı gezdim, Jisung hakkında tek bir bilgi bile yoktu.

Tam umudu kesip derste Jisung'u sinir edecektim ki, son olarak gideceğim sınıftan arkadan Jisung'a benzeyen birini gördüm. Koşa koşa gittim oraya, Jisung mu değil mi diye kesinleştirmek için, kesinlikle Jisung idi. Biriyle konuşuyordu.

Arkasından gelip ''Bö!'' diye bağırdım, sanırım çok odaklanmıştı ki, Chan'dan çok farklı bir tepki vermeyerek çığlık attı. ''Ya oğlum, sıçacağım ağzına.'' diyerek çok sıkmadan yakamı tuttu ama oldukça sert sayılabilecek bir şekilde kafa attı.

O kafayı yedikten sonra etraf kararmaya başladı, dengemi kaybettim. Arkaya doğru gittiğimi hissettim ama, düşmedim. Bilincim artık ne kadar açıksa, bir baktım, Jisung tutmuş beni.

''Ulan geri zekâlı, öldüreceksin beni.'' dedim, o da ''Yoo.'' deyip güldü. Arkadaşı da arkadan bizi izliyor, kıkırdıyordu. Görmedim sanmasın.

Yaşanan ufak riskli bu olaydan sonra iki ayağımın üzerinde durmayı başararak Jisung'u da terk ettim. Gitmeden önce minik bir laf dalaşına girsek bile, ikinci kez ölümden dönmedim, merak etmeyin.

Son kişi olan Felix'in inine doğru ilerliyordum şimdi. Felix'in sabit bir yeri vardır, okul kapısının dibi. Sınıfta değilse daima oradadır. 

Geldiğimde aynı yerinde sakin sakin duruyordu. Arada bir arkasını dönüyor, insanları izliyordu. Beni görmemesi için şekilden şekilde girdim, insanların ardından gizlenmekten hocaların hizalarında yürümeye kadar ve en sonunda Felix'in yanına gitmeyi başardım, o görmeden.

Tek yapacağım şey ona bir çelme takıp, çelme olmasa bile ona yakın bir şey yapıp kaçmaktı, çünkü neden olmasın? Ama o boş boş yürümediği için, benim ayağını iteklemem lazım. O yüzden tam arkasındayken ayağımla topuğunu kaydırdım, düşüyordu az kalsın.

"Lan, ne yapıyorsun amına koyayım, kalpten öldüreceksin beni!" diye bağırdı, beklenen bir şeydi bu. "Tutmasaydım düşüyordun." deyip gülümsedim ben de.

O sırada kapıdan geçen hocalar, öğrenciler vesaire bize dik dik bakıyorlardı. Biz de bir onlara, bir de birbirimize bakıyorduk. Sonra Felix göz devirerek "Diğerlerine de Hyunjin Terörü'nü yaşattın değil mi?" dedi. "Yoo," diye cevapladım. Yoo.

Sonrasında ise Felix'in de yanından ayrılarak yapacak başka hiçbir şeyim olmadığını hatırladım ve sınıfa geri çıktım. Yedi kişiye de şerefsizlik yaptığım için bir sonrakini beklerken içim içime sığmıyordu. Birkaç gün sonra yine şerefsizlik perileri gelecek, yine aynı şey olacak.

Sınıfa girip garip garip hareketler yapmaya başladım. Neyse ki rezilliğimi izleyebilecek kimse yoktu. Ancak, Felix'in maymunluğu bulaşıcı mıydı ki? Doğrusu, teneffüsün neredeyse tamamında bizimkileri ararken yeterince maymuna döndüm, Felix'in genleri bana geçse ne olacak? Her türlü maymun oldum.

Biraz sonra da sınıfa Jeongin girdi. Yüzünde güller açmış çocuğun, ne yaptılar, öpüştüler mi?

"N'oldu lan, posta falan mı attın kıza?" dedim. "Yoo, ne olmuş?" diye yanıtladı beni. "Yüzün gülüyor da, merak ettim." diyerek güldüm.

Jeongin'in mimikleri çok şey ifade edebiliyor lan. Mesela, günü kötü vesaire geçince o suratından ne olmuş, nasıl geçmiş, olayın tüm gidişatını, sebebini anlayabiliyorsunuz. Şaka değil, yalan hiç değil. Bir ara bunun bazı problemleri olmuştu, çocuğun suratına bir baktım, suratı falan düşmüş, gözlerinden her şey okunur hâle gelmişti.

O anda da yüzü sanki piyango kazanmış gibiydi. Var ya, kesin öpüştü bunlar. Demedi demeyin.

Neyse, Jeongin'i uğurladım yanımdan, ne bok yerse yesin. Ben de telefonumu alıp sosyal medyaya giriş yaptım. Hayatımın yarısı sosyal medyada geçiyor desem yalan söylemiş olmam.

Ben gezerken, bir anda telefonumu iten bir el ile karşılaştım. Minho'nun eliydi bu. Kendisine dönüp baktığımda "Ne yapıyo'n?" dedi sırıtırken.

"İyiyim canım, sen ne yapıyorsun? İyi misin? Ben de iyiyim. Hep iyi ol, canım arkadaşım benim." diyerek Minho'yu da, kendimi de salak gibi hissettirmeyi başardım.

"Bence de ondan." deyip kafa salladı, sonra da sınıftan çıktı. Espri benzeri şeyimin kalitesinden sıcak bastı, hava almaya çıktı tabii. Ben de olsam, beni de sıcak basardı. Sonuçta karşınızda evrenin en yetenekli komedyeni duruyor.

Komedyen ben oluyorum, lütfen başka seçenekleri düşünmeyin. Bence gayet de komiğim, beni komik bulmayanlar düşünsün.

En sonunda telefonu kapattım ve Jisung gelmeden önce sıraya yayıldım. Tam o sırada zil çaldı. İçimden "Tam da sırasıydı anasını satayım" diye söylenerek ayağa kalktım, Jisung'u beklemeye başladım. Neden bilmiyorum, Jisung gelince kalkmaya falan üşenirim şimdi.

Bir süre geçti, Jisung geldi. Koştura koştura geldi hem de. Bir iki kere düşecek gibi oldu ama düşmedi. Düşmediğine şükretmem gerek aslında.

Ayakta kalmamın işe yarayacağı zaman geldi, Jisung beni hiç kaldırmadan oturdu sıraya. Ben de oturdum, çok mantıklı değil mi?

Yarak-ı Sevkiye, HyunhoDonde viven las historias. Descúbrelo ahora