araba çarptı

31 5 18
                                    

Minho söyleyeceklerini bitirdiğinde bağırdığı için özür diledi ancak hiç gerek yoktu. Ben de sorun olmadığını, benim hakkımda endişelenmemesi gerektiğini söyledim. Sarıldık.

Bazen çok tatlı oluyor şu çocuk, kundura sevgisine gelince vahşileşmesini saymazsak.

Muhtemelen arkadaşlığımızdaki tek duygusal anı yaşamış bulunduk ve hemen sonra birbirimize laf atmaya başladık. Klasik biz denebilir mi?

Aslında, hiç tırsmıyorum şu Jay denen adamın ne yapacağından veya yapabileceğinden. Adam yollamak yerine gelip bana o gözlerle bakarsa ben zaten buz keserim.

Minho sınıfa tek çıkmamı söyledi, ben de onu geride bırakarak gittim. Niye öyle dediğini falan bilmeme de gerek olduğunu düşünmüyorum.

Yürürken yere bakıyordum. Sınıfa tam girecektim ki, önüme bakmadığım için kapıya kafa atıp yere düştüm.

O an, bir anda hayal gücümün bilincimle birleşmesiyle dağdan yürüyerek indiğimi, bir anda koşmaya başladığımı ve sonra, biraz ilerledikten sonra araba çarptığını hayal ettim. Nasıl bir hayal gücü bu amına koyayım?

Kendime geldiğimde kapıya çarpma sesini duyup geleceklerini düşündüğüm ikili gelmişti bile. "Ne oldu lan?" diye birinci, "Minho ile ne konuştunuz?" diye de ikinci soru yağmuruna tutuldum. Bazılarını geçiştirdim, bazılarını ise cevapladım. Ulan, bir huzur içinde bir şey yapamadık!

Yerden kalktıktan sonra biraz olsun rahatlayabilmek için ilk gördüğüm sıranın üzerine oturdum. Gözümü kapattım, ilk duyduğum patırtı yüzünden de geri açtım.

Bir baktım, Felix yerde. "Ya oğlum, siz rahat duramıyor musunuz?" deyip gülmeye başladım. Onlar da benimle beraber gülmeye başladı. Sonrasında ciddi bir ifade takınarak "Ne malsınız siz ya," dedim.

"Sen bizden daha malsın ama." diyen Chan'a gözüm ilişti birden. Suratı gülüyordu aslında ama, sesi oldukça ciddi çıkmıştı. Korkuyorum, kırmızı kafalıdan kurtulsam bile bunlar beni yer amına koyayım. "Olanları duydum."

Duruşumu biraz olsun dikleştirip Chan'a baktım. ''Ne duydun, canım arkadaşım?'' dedim. ''Ya, Hyunjin. Sakince soracağım. Sen mal mısın? Salak mısın? Aptal mısın? Ne demek bela arıyorsun? Bir de gidip kendinden kaçanları dövdüren bir torbacıdan mı bahsediyorsun? Belanı ondan değil, benden bulacaksın en sonunda.'' demesiyle diğerleri bağıra bağıra gülmeye başladı. Gülerken bana şiddet uygulamayı da eksik etmiyorlardı tabii.

Onlar güledursun, kaybettiğimi sandığım aradan sıvışma kabiliyetimin geri geldiğine tanıklık ettim. Kimse fark edemeden sınıftan çıktım, cidden çok bunaltıcı.

Aslında kaçmamın sebebi çişimin gelmesiydi. Yani, altıma işememi beklemiyorsunuz umarım? O yüzden de tuvaletin yolunu tuttum.

Tuvalete girdim, rahat rahat işiyordum. Ta ki ıslık çalan bir eleman girene kadar. Bir anda kapıya tıklattı. "Dolu." dedim, yeniden tıklattı. "Lan, dolu, dolu! İşiyorum! Zorlama şu kapıyı!" diye bağırmak zorunda kaldım. Kardeşim, dolu diyorsak tıklama şu kapıya.

O sırada, anüsümde bir bok hissettim. Zorladım, çıkmadı. Şimdi, uğraşacak bir de bokum var. Üstelik çıkmayan bir bok!

Bir süre sonra, ıslık çalarak geri gitti, neden böylesine ucube hareketler sergilediğini anlamadığım kişi. O gidince, ben de son ıkınışımı yaparak kendine kimlik çıkarılması gereken bir bok bıraktım klozete. Bir şaheser, geleceğin boku!

Sifonu çektim.

Evet, bokum gitti. Benim götümden çıkan sanat eseri bokum. Bir dakika, o zaman bu benim bir sanatçı olduğumu göstermez mi? Yüzyılın sanatçısı benim, dağılın.

Şu aralar bir çizgi çekip sanat diyorlar. Müzelerde bomboş bir resme bakıyor olabilme ihtimaliniz çok yüksek, demedi demeyin.

Ama bu bok, çok farklı duyguları uyandıran bir bok. Her bir ayrıntısı, dokusu, görünüşünden rengine kadar çok şey anlatıyor bu bok. Hissedebiliyorum bunu. Kelimenin tam anlamıyla harika bir bok bu bok. Anlamsız resimlerden ziyade böyle bokları müzede sergilemeleri lazım asıl.

Boşver be Hyunjin, sanattan ne anlarlar diyerek tuvaletten çıktım. Sınıfa gittim ama kimse yoktu ve sonra hatırladım ki, ders beden. Adamlar hızlı hızlı yapıyor işlerini, benim aksime.

İndim aşağı, girdim spor salonuna. Bir baktım, tüm sınıf toplaşmış. Ben hepsi ayrı yerlere dağılır sanmıştım, hepsi birbiriyle iç içe. Ben de gittim hemen, girdim aralarına. Mutant karınca sürüsü.

İki saniye falan sürdü, gözüm Chan ve diğerlerini gördü. Yanlarına gidip selam verdim. Herkes herkese her şeyi söylemiş, yarım saat onların azarını işittim. Bir susun amına koyayım, yapmışız bir hata. Uzatmayın. Hem, dövülmeyecek kadar dövüş tekniği biliyorumdur yani, o kadar da düşmedik...

Bir süre sonra ders zili çaldı. Hoca geldi, seviyorum bu dersin hocasını. Yeri geldiğinde kızıyor sadece.

Esneme, ısınma, ısınamama, zorlayıp bacak kırma evreleri bittikten sonra, serbest bıraktılar. Ben de basketbol oynayayım dedim, ezik Changbin'in boyuyla dalga geçmek için harika bir yol. Kısacık anasını satayım.

Elime basketbol topu aldım, sektirerek ''Lan, Changbin! Gel bakayım.'' diye bağırdım, öbür uca kadar. Ses tellerim kuvvetlidir, duyup geldi hemen. ''N'oldu?'' dedi. ''Atsana şu topu.'' deyip basketbol topunu verdim.

Bana o an öyle bir baktı ki, düşmana böyle baksanız siz acırsınız. Artık, yargı mı bildiriyordu, nefret mi bildiriyordu belli değil. Sakinleş aslan parçası.

Topu attı, potaya girmedi. İkinci defa attı, top sekerek kafama geldi. Son birkaç haftada kaç kere yaşadığımı bilmediğim bir şekilde bilmem kaçıncı yere kapaklanışımla birlikte ''Füze at bir de!'' dedim. Sırıtıp yeniden bir atış yaptı ve bu sefer potadan girdi. Demek ki düzgün atabilmesi için ilk bana gelmesi gerekiyormuş.

Yerden zar zor kalktım, Changbin de Chan'ın yanına, boyunun muhtemelen yetmeyeceği şeyler oynamayı deneyerek harikalar yaratmaya gitmeden önce ''Göt,'' dedi. Aynaya çok bakma çocuk.

Babanız laf soktu.

Yanıma Minho geldi diye düşünmüştüm ama, yanıma geldi, bir şeye bakıp geri gitti. Dibime kadar girdiğimde gözlerimin içine baktığını gördüm ama. Gözümden hiçbir şey kaçmaz. En ufak detay bile.

Biraz eğlence aradığım için geçtim potanın altına, topu öyle atıyordum. Kafama çarptığı oluyor ama zevkli yani, ne diyeyim?

Birkaç dakika geçti, bir yere odaklanmış top sektiriyordum. Seungmin bir anda topu elimden alıp potaya geçirene kadar. Sonrasında top elindeyken Chan'a fırlattı, Chan da tutamayınca pipisine geldi, tüm sınıfın ortasında yere yığıldı. Sonuçta basketbol topu bu, normal toplardan daha ağır!

Seungmin, biraz isabetli atış yap gözünü seveyim.

''Seungmin!'' diye bağırdı hoca. Haklısınız hocam, Seungmin'i ben savunamam burada. Sövün hocam. Annesinden babasına, babasından evindeki en ucubemsi objeye, her şeye sövün hocam.

Minho az önce ters takla mı attı, bana mı öyle geldi? Ciddi ciddi attı lan. Chan'ın hemen arkasında, Chan acılar içinde kıvranırken yardım etmek yerine ters takla attı bir de! Vay şerefsiz vay. Senden beklenmezdi.

Şaka yapıyorum, beklenirdi tabii ki. Yanımızda biri ölüm döşeğinde olsa bile mal mal davranmaya devam edebiliriz.

Chan "Pipim içeri kaçtı!" diye zırlarken, hoca da Seungmin'i azarlıyordu. Seungmin'in hocayı gram umursamadığının belli olması bir yana, Chan'ın yanına gittim. Tüm sınıf zaten toplanmış, bir birbirlerine, bir de Chan'a sorular yağdırıyorlardı.

Yazık, pipisine top gelmiş, acıması normal değil mi zaten, pipi ya hani?

Hoca Seungmin'i azarlamayı bitirdikten sonra koştura koştura hemşirenin yanına gitti. Chan'ı da zar zor ayağa kaldırmayı başardık. Umarım pipin kırılmamıştır Chan, pipi bağışı yaparım ama sen yine de kırmamış ol.

Yarak-ı Sevkiye, HyunhoWhere stories live. Discover now