casper

37 8 37
                                    

Okulun nasıl geçtiğini anlatmak bile istemediğim bir günden sonra, boklu okulum son dersini bitirmiş ve okuldan çıkmıştık, eve yürüyorduk. Normal bir biçimde demek isterdim ama, benim normal dediğim sizin normalinize göre çok farklı. Birbirlerimizin sırtlarına çıkıyor, anahtarları bir taraflara fırlatıp bulmaya çalışıyor, okul sonrası bir anda gelen su içme isteğiyle aldığımız suları birbirimize fırlatıyorduk. Arka arkaya dizilmiştik, en önde ben, en sonda da Changbin vardı.

İki ucubeyi yanıma aldıktan sonra neredeyse her günüm ''Huzur'' kelimesinin gerçek hayattaki anlamını aramakla geçti, hâlâ geçiyordu. Huzurumu bunları eve aldığım zaman kaybettim. Zaten okulda da huzur yoktu, yalnızca evde kafamı dinleyebiliyordum, artık hiç kalmadı huzur. Huzursuzum.

Arkamdan sürekli garip sesler geldiği için merak edip arkamı dönmemle Felixle Changbin'in küçücük bir köpeğin başına üşüştüğünü gördüm. Cinsini inanın bilmiyorum, köpeklerin profesörü değilim. Ama burnu nedense çok tatlı görünüyordu, o yüzden ben de tabii ki yanlarına giderek köpeğin dibine girdim. Burnunu ısırasım geliyordu, çok tatlıydı cidden amına koyayım.

Bu arada, nedense Felix bir şey söylemiş ve Changbin de bunun peşinden koşmaya başlamıştı. Yiyin birbirinizi arkadaşlar.

Boynunda dikkat çekici olan bir tasma gibi bir şey vardı. Muhtemelen evcildi, niye buradaydı ki? Dikkatli baktığımda, "Casper" yazısını gördüm tasmada. Yani ismi Casper idi. Selam Casper.

Tam cinsiyeti hakkında bir tahminde bulunacaktım ki, Changbin, Felix'i kovalarken, Felix'in "Taşağı var mı lan bunun?" diye sormasıyla, istemsizce gülümsedim. Geri zekâlı.

"Bilmem, bak." dedim, gülümserken. Hemen geldi, götüne baktı. Kuyruğu da küçücük olduğu için götünün orası görünür diye düşünüyorum. "Erkekmiş." deyip Changbin'in peşinden koşmaya devam etti. Ayağının kayıp düşmeni, akıllanmanı umuyorum Felix.

Bazen iki çocuk sahibi bir anne olduğumu düşünüyorum. Erkek çocukları bile bu kadar çılgın değil, ne yaşıyor bunlar? Belki de hâlâ beyinleri gelişememiştir. Arkadaşlık ettiğimden belli.

Laf soktum ve konuya yani Casper'a geri dönüyorum.

Tasması olduğunu düşünürsek, küçücük bir şey olduğunu da hesaba katarsak, evet, bu bir evcil köpek. Sherlock Holmes'dan daha iyi ve üstün zekâlı olduğumu biliyorum, kimsenin söylemesine gerek yok.

Casper da rahat durmuyor, sürekli üzerime çıkmaya falan çalışıyordu. Önceden söyledim ama tekrar ediyorum; çok tatlı bir şey bu. Isıracağım.

Daha sonra, üç kişi gruplaşarak biraz düşündük. Ne mi düşündük? Casper'ın neden şu an bu hâlde olduğunu. Yani, yanı başında birisi yokken bu tipsizi kim sokağa saldı amına koyayım?

Tabiri caizse ya bir şerefsiz ailesi var, ya da Casper aslında bir kedi olup nankörlük etmiş ve evden kaçmış. Hemen herkes ikisinin de olmamasını dilesin, çabuk.

Ancak her ne kadar öyle olmasını istemesem de, sanırım birileri Casper'i dışarı falan atmış. Vay şerefsizler diyeceğim, belki nedeni vardır. Ama küçücük bir köpeği atmak için geçerli bir sebep değil ki bu!

Düşünmemiz yarıda kesilmişti çünkü kahverengi ve uzun saçlı, hafif dalgalı, bize göre kısa kalan bir kız "Casper ya!" diye sızlanarak koşa koşa geldi yanımıza, yüzünde gerçekten endişeli bir ifade vardı.

Evden fırlatmadıklarına falan öyle sevindim ki, anlatamam. Doğrusu, bu kızcağızın Casper'a olan sevgisine bakarsak, Casper onları evden atar gibi duruyor.

"Kusura bakmayın, birkaç saniyeliğine başka bir yere baktım ve nedense bu tatsız olay yaşandı. Sizi de endişelendirmişim gibi duruyor, yeniden özürlerimi sunuyorum." dedi. Sadece kafa salladık, o da gülümsedi, derin bir nefes alarak minik Casper ile birlikte gözden kayboldu. Görüşürüz Casper, seni unutmayacağım! Çok şirindin.

Bu salak, minik olaydan sonra, daha fazla kaos yaratmadan eve dönmeye karar verdik... Dermişim. Kaossuz var olamayız, bilen bilir, bilmeyene küfür etmeyeceğim, balık yiyebilir.

Bir anda koşmaya, zıplamaya, havada takla atmaya, evet yanlış duymadınız, havada takla atmaya başladı arkamdaki hayvan benzeri şeyler. Hayvan diye hakaret edeceğim ama, aklıma Casper geliyor. Üzülüyorum. Bir köpek gibi düzgün duramadınız ya, maymundan evrildiğimize inanmaya başlıyorum.

Sorgusuz sualsiz onları gözardı ettim, eve sakin sakin yürümeye devam ettim. Eninde sonunda yetişeceklerini düşünecek olmam aptallık denebilirdi, ama ne yapayım yani? Düz çizgide yürümeyi beceremiyorlar ki!

"Ya, alo! Medeni olun az!" diye bağırdım, yüzüme sinirli bir ifade takınarak. Hemen eski sıralarına geri döndüler, yürümeye devam ettik. Ben de o sırada nefes veriyordum, sinirlenmek kötü bir şeydir evlat.

Yaklaşık on beş dakika boyunca çıldırmamaları beni epeyce şaşırtmıştı. Eve gelmiştik ama anahtarı bulamıyorduk bir türlü. "Düşürdüm mü acaba?" diye geçirdim içimden. "Düşürmüş olamam ki, her zaman elimde bir yerlerdeydi." diye cevabı yapıştırarak kendi kendimi yanıtlamış oldum.

Benim olarak kabul gören, o yüzden her yerimi aradığımız anahtar kimden çıktı peki? Felix'ten. Hatırlamıyorum ama sözde ona vermişim anahtarı, bulamadığımı anlayınca çıkardı anahtarı. Bu arada, her yerimi derken bir yerim dışında. Hemen kötüleşmesin aklınız.

Kapıyı sonunda açıp eve geldik, kendimi yatağa attım direkt olarak. Çok yorulmamıştım aslında, Felixle Changbin sanki onların anneleriymişim gibi beni zihinsel olarak yorgunluğa davet ediyor, evde yarım saat söylenmem için teşvik ediyorlardı.

Bir on dakika yatakta öylece yüzüstü yatarken sıkılmamak için telefona bakıyordum. Minho'nun attığı beş yüz videodan yalnızca kırk beşini izlemiştim şimdiye kadar. Adam âdeta makine gibi, hangi videoyu görse atıyor. Otomatiğe bağladı artık iyicene.

En son yüz videoda bıraktım çünkü cidden çok bunaltıcıydı ve benim her tepki verişimde beş tane daha atıyordu pezevenk. Eğer pes etmeseydim, sonsuzdan da sonsuz bir yolculuğa çıkacaktık Minho ile. İnanın bana, hiç hoş bir şey değil. Aksine, aşırı sinir bozucu olmakla beraber psikolojiyi alt üst ediyor.

Zar zor Minho'yu atlatarak sosyal medyadan çıkmayı akıl ettim. Telefonu da kapatarak yatağın üzerine fırlattım. Daha sonra salona giderek diğerlerinin sohbetini bozdum, ciddi bir şey değildi eminim ki çünkü yüz ifadeleri her ne kadar zorlasalar da ciddi kalamıyordu. Sürekli bir anda gülmeye başlayacaklarmış gibi duruyorlardı. Ne yalan söyleyeyim, onların ciddi hâlleri buysa eğer, ben en gerçek emoyum.

"Ne konuşuyorsunuz? Dedikodumu mu yapıyorsunuz? Biliyordum bu zamanları göreceğimi, aşk olsun!" deyip salonun ortasına yığıldım. Sanırım oyunculuk yeteneklerimi ortaya döktüğüm en güzel anlardan biri.

Oyunculuğuma bayılan diğer ikisi de "Babaanne, babaanne kalk geldik." diyerek salak gibi gülmeye başladılar. Biliyordum patlamanın eşiğinde olduklarını ama, ne yapalım. Bugün de şaklaban olduk.

Kulak kanatıcı gülme seslerine dayandım ve sonra ikisini de meydan dayağı atarmışçasına dövdüm. Siz evde denemeyin sakın, bunlar kerata. Dövme işlemim bittikten sonra da "Kalk evlat, geldik." diyerek şeref yoksunu biriymişim gibi otuz iki diş gülmeye başladım, son gülen iyi güler torun, yaz bir kenara, aklında bulunsun.

İki kişi birden dövdükten sonra hiçbir şey olmamış gibi ıslık çalarak olay yerinden uzaklaştım ve tuvalete girdim. Özel bir sebebi yoktu, yalnızca tuvalete girmek istedim ancak birkaç saniye sonra çişimin gelmesiyle hemen klozete oturup pipimi ağlattım. Pipim ağladıktan sonra da sifonu çektim, elimi yıkayıp odama döndüm. Hijyen önemli.

En sonunda kimsenin aklına gelmeyecektir, uyudum. Çok uykum vardı, kendimi ayakta tutmak gibi bir işkenceye katlanamam.

Yarak-ı Sevkiye, HyunhoWhere stories live. Discover now