On altı

4K 406 64
                                    

"Niye gelmedin cuma günü yanımıza? Mesajlara da geri dönmedin tüm hafta sonu, merak ettik."

Dudaklarımı birbirine bastırıp, "Migrenim tuttu yine," diye yalan söyledim. "Eve geçince de hemen uyumuşum, haber veremedim o yüzden."

Tüm hafta sonunu yatakta, hayatımı sorgulayarak geçirdiğimi söylesem bu gerçeğe eşlik edecek bir açıklamam yoktu. Bu yüzden yalan söylemeyi tercih ediyordum.

"Ha, sıkıntı yok o zaman." Esat onay bekler gibi tek kaşını havalandırınca kafamı aşağı yukarı salladım. İkisiyle de çok iyi anlaşırdım ama neyse ki yalan söylediğimi anlayabilecekleri kadar yakın değildik. Yani daha doğrusu, birbirimizi o kadar uzun süredir tanımıyorduk. "Defne'ye uğrayacağını söylediğimiz için sürekli seni sordu. İstersen bugün uğra yanına, özlemiş seni belli."

Defne, sürekli takıldığımız kafenin sahibi İlhan abinin küçük kızıydı ve henüz altı yaşındaydı. Ben aslında çocuk hiç sevmezdim, ama boyundan büyük laflar ettiği için tuhaf bir şekilde çok tatlı geliyordu gözüme.

Şımarık ya da istediği olmayınca ağlayan bir çocuk değildi Defne, yeri geldiğinde bana akıl bile verdiği oluyordu. Belki de o yüzden iyi anlaşıyorduk, bilmiyorum.

"Ben de özledim aslında, iyi olur. Siz de gelecek misiniz?" Hem belki bozuk olan moralime bile iyi gelebilirdi onu görmek. Çok fazla pozitif enerji yayıyordu etrafına küçük cadı.

Korkut kalemiyle defterine bir şeyler karalarken reddetti beni. "Yok kardeşim ben Asya'yla buluşacağım. Yarın doğum günü biliyorsun, birlikte girelim istedi."

"Ben de kütüphaneye gideceğim ders çalışmaya," dedi Esat da. "Haftaya dört tane sınavımız var, son ana bırakmak istemiyorum çünkü yetiştiremem."

Esat ne derslerden eksik kalırdı, ne de eğlenceden. Yarın akşam Asya'nın doğum günü partisi olduğu için, ve yarın ders çalışmaya vakti olmadığını bildiği için bugün çalışacaktı, biliyordum.

Esat'ın açıklamasına yüzümü buruşturup, "Siz bilirsiniz, teklif var ısrar yok," dedim. Ders çalışmak bana o kadar uzak bir eylemdi ki. Hayatım boyunca daha önce bir defter açıp ders çalıştığım olmamıştı.
Nasıl ders çalışılır, onu bile bilmiyordum aslında. Sanırım bu yüzden bu yaşta hala lisedeydim.

Bütün hafta sonu beynimi meşgul eden adam sınıftan içeri girince, istemsizce doğruldum ve boğazımı temizledim.

Cuma akşamı eve vardığımda, bugün okula gitmeme konusunda kararlıydım aslında. Onu görmeye hazır değildim çünkü gay olduğumu biliyordu.

Ama sonra düşündüm.

Kendimden utanmıyordum ki, ne diye korkak gibi okula gitmeyecektim?

Korkak değildim, bunu ona ispatlamak için gelmiştim okula.

"Merhaba arkadaşlar," dedi her zaman ki otoriter sesiyle. Onu barda gördüğüm halinden eser bile yoktu.

Her gün gördüğüm haliydi aslında, ama yine de sanki ilk defa inceliyormuş gibi inceledim bu halini. Kravatını eksik etmediği bir siyah takım vardı yine üzerinde. Beyaz gömleğini kumaş pantolonunun içine sokmuş, pahalı görünen bir kemerle de sıkıştırmıştı.

Kumaş pantolonuyla takım olan ceketini çıkarıp, sandalyesinin arka tarafına dikkatlice asarken, "Merhaba hocam," diye toplu bir karşılık almıştı bütün sınıftan.

Ben sessiz kaldım, sadece onu izliyordum istemsizce.

Ceketini asarken eğildiği için, burnunun üzerinde hafif aşağı kayan yuvarlak camlı gözlüklerini işaret parmağıyla düzeltirken, iç çektim farkında olmadan.

Bana ne olduğu hakkında hiçbir bok bilmiyordum ama anormal bir durum olduğu belliydi. Bakışlarımı istesem de çekemiyordum ondan.

Her zaman yaptığım gibi bütün ders boyunca defterime bir şeyler çizmek istiyordum, ama olmuyordu, alamıyordum gözlerimi üzerinden.

Saçlarını neden barda gördüğüm gibi arkaya doğru değil de, yana doğru taramış olduğunu düşünüyordum mesela. Ya da madem lens takabiliyorsa, neden okula her gün gözlüğüyle geldiğini merak ediyordum.
Neden bir barı olduğunu kimsenin bilmediğini, neden işini sorduğumda bana öğretmen olduğunu söylemediğini. Neden iki farklı kişiymiş gibi davrandığını, iki farklı kişiymiş gibi göründüğünü merak ediyordum.

"Nasılsınız bakalım bugün?" diye sorduğunda bir kez daha anladım hiç de iyi olmadığımı.

"Korkut," diye mırıldandım bakışlarımı Emrah hocadan ayırmadan. "Ateşim mi var benim?"

İçten içe cayır cayır yanmasının başka bir açıklaması olamazdı çünkü.

Korkut elinin tersiyle alnımı yokladı, ardından anlamamış olacak ki boynuma doğru kaydırdı elini. "Yok valla kanka. Kendini kötü mü hissediyorsun?"

Seslice yutkunurken kafa salladım sağ sola doğru. Birkaç saniye yüzüme anlamsızca baksa da, sonra o da kafa sallayıp önüne dönmüştü.

En sonki matematik dersimizde yarım kalan soruyu tahtaya yazmak için arkasını döndüğünde, gözlerim yine benden izinsiz hareket etti. Kumaş pantolonunun sıkıca sardığı kalçasıyla karşıya karşıya geldiğimde bir kez daha yutkundum.

Ben bu adamı daha önce nasıl fark edememiştim?
Nasıl girmemişti hiç radarıma?

"Soruyu herkes bitirdi değil mi evde?" diye sordu bize doğru dönüp, onaylanmayı bekleyen bir ifadeyle. Gözleri bütün sınıfta dolanıyor, sanki özellikle beni es geçiyor gibiydi. "Kim gelmek istiyor tahtaya?"

Esat arkasını dönüp bana hitaben konuştu. "Abi lütfen tersleme adamı bu sefer." Bütün sınıfça biliyorduk çünkü, Emrah hocanın beni günahı kadar sevmediği için her seferinde beni kaldırdığını. "Yapamadım de, bul bir bahane ama atarlanma adama lan."

Kendime gelmem gerektiğini hatırlayarak, "Ne lan bu gerginlik," dedim alayla, ortamı yumuşatmak için. "Gören duyan da benim hareketlerimin hesabı sizden soruluyor sanacak."

Geri adım atmak gibi bir niyetim olmadığını anlayınca, oflayarak geri önüne döndü Esat. Onun üzerine yanımda oturan Korkut da sıkıntılı bir nefes almıştı.

İstemsizce güldüm bu tavırlarına, cidden beni kendilerine dert edindiklerine inanamıyordum.

"Eslem, sen çözmek ister misin?" Gülüşüm soldu birden.

Bütün sınıf da benim kadar şaşırmıştı hocanın beni kaldırmamasına. Bunu, Eslem'in "Tabi hocam," diye sevinçle ayağa kalkması dışınca hiçbir ses duyulmamasından anlamıştım.

Eslem soruyu çözüp geri yerine geçtikten sonra Emrah hoca bize bir saat ders anlattı ama o bir saat içinde biz ikimiz bir kez bile göz göze gelmedik.

Bütün ders boyunca ben bakışlarımı tek bir saniye bile başka yere çekememişken, onun gözleri bir kez bile değmedi bana.

FRUITZ -BXBWhere stories live. Discover now