Yirmi altı

3.7K 348 36
                                    

Yazardan..

Güven'e geldiğini haber veren bir mesaj yolladıktan sonra hastanenin girişine yönelen Emrah, aradığı kişiyi bahçe tarafında görünce adımlarını bu defa oraya doğru yönlendirmişti.

Banklardan birinde oturuyordu kumral çocuk. Ayaklarını bankın üzerinde toplamış, kafasını da dizlerinin arasına gömmüştü.

Üzerinde bugün okulda giydiği kıyafetler olmasa, tanıyamazdı bile muhtemelen onu. Yanına kadar yürüyüp, "Güven?" diye seslendi tereddütlü bir ses tonuyla.

Güven irkilerek kafasını gömdüğü yerden kaldırdığında, gördüğü kırmızı ve yaşlı gözler afallatmıştı adamı.

Oturduğu yerden kalkarken ıslak yanaklarını kuruluyordu Güven, elinin tersiyle. "Ne çabuk geldin?" diye sormadan önce burnunu çekip boğazını temizlemişti ama yine de sesini normal çıkaramamıştı.

Nedense onu bu halde görmeyi hiç beklememişti Emrah. Oğlanın bu dağılmış halini görünce ister istemez 'iyi ki gelmişim' diye geçirdi içinden.

Güven'in kırılgan ifadesine daha fazla dayanamazken, "Gel buraya," diyerek ensesinden tuttuğu gibi göğsüne çekti çocuğu.

Güven sanki bunu bekliyormuş gibi anında kolunu onun beline sarıp, diğeriyle onun omzuna tutundu. Gözyaşları ondan izinsiz yanaklarından hızlı hızlı akıyordu ama sırf karşısındaki adam ağladığını anlamasın diye yüzünü buruşturarak durdurmayı denedi kendisini.

Hıçkırmamak için büyük bir çaba sarfederken, Emrah'ın omzundan çıkardı acısını.

Güven'in biraz sakinleşmesini bekledikten sonra, "Babanın iyi olduğunu söylemiştin," diye mırıldandı usul usul onun belini okşarken. Omzunu sıkan parmaklara bir yorum yapmamak için çok zor tuttu kendini, bu sayede çocuğun elinin ağır olduğunu bir kez daha tecrübe etmişti Emrah.

Adamın omzunu sıkan elini gevşetip, hala göğsünde saklanırken kendine çeki düzen vermeye çalıştı. Onun karşısında bu kadar güçsüz görünmek istemiyordu.

Boğazını temizledikten sonra kafasını aşağı eğerek geri çekildi ve sweatinin kollarıyla gözyaşlarını sildi. "İyi zaten."

"O zaman bu halin ne?" Mesajlaşırken bu kadar kötü durumda olduğunu hiç belli etmemişti çocuk.

Güven bu soruya cevap vermeden geri oturdu az önce kalktığı yere. "Otursana, bekleme ayakta."

Belki de sadece babasını o halde görünce korkmuştur, diye düşündü Emrah. Güven'in bu kadar duygusal olduğuna asla inanmıyordu ama aklına başka bir açıklama gelmediği için buna inanmayı seçti.

Derin bir nefes alarak oturdu yanına. "Hava çok soğuk ve üzerinde bir ceket bile yok. Niye dışarda oturuyorsun?"

"İçerisi bastı beni. Babam uyuyunca ben de dışarı çıkayım dedim," diye mırıldandı yorgun bir ses tonuyla. Dalgın dalgın önüne bakıyordu.

"Nasıl oldu bu? En son çay içiyoruz demiştin, ne ara kalp krizinin eşiğine geldi?" Bütün detayları merak ediyordu aslında, ama çocuğun bu suskun ve mesafeli tavrı onu ister istemez kısıtlıyordu. Konuşmak istemiyor gibi duruyordu Güven.

Cevap vermeden önce duraksadı bir süre, sessiz kaldı. "Kötü bir haber aldık."

"Şu sana gelen telefonla öğrendiniz galiba o kötü haberi." Ne haberi aldıklarını merak etse de soramadı bunu oğlana. Eğer anlatmak isteseydi Emrah sormadan da anlatırdı.

Sıkıntılı bir nefes verdikten sonra,"Evet," diye cevap verince, adam daha fazla üstüne gitmek istemedi Güven'in.

Konuşmak istemiyorsa o zaman o da konuşmaz, sadece yanında dururdu öyle.

Kolunu kaldırıp onu yine göğsüne çağırdığında, gözlerini kırpıştırıp bu daveti ihtiyaçla kabul etti Güven. Alnını onun sert göğsüne yaslayıp, elini de karın kaslarının üzerine yerleştirdi.

"Seni böyle dağılmış görmek hiç hoşuma gitmedi." Görüş alanını kaplayan saçlarından gelen kokuyu istemsizce içine çekerken dayanamayıp dokundu yumuşak saçlarına. "Toparla kendini. Bak, baban da iyiymiş hem."

Bir kez daha sessizlikle cevapladı adamı Güven. Dalgındı, bir şeyler düşünüyor ve iyi olmadığı her halinden belliydi.

Neyse ki üstelemedi bir daha Emrah. Varlığıyla destek olmak istediğini ona kanıtlamak ister gibi, bir eliyle saçlarını, diğer eliyle yanağını okşadı göğsünde yatan çocuğun.

O bankın üzerinde, o pozisyonda uzun süre kaldılar öyle.

Güven'in artık ağlamamasının sebebi kendini daha iyi hissetmesi değil de, ne yapması gerektiğini düşünüyor olmasıydı.

Babasıyla konuştuğundan beri onun söyledikleri kulaklarında çınlıyordu sürekli. Haketmediği o sözleri duyduğu için hem vicdan azabı çekiyor, hem de bu çıkmaz yoldan kendi de dahil kimseyi incitmeden nasıl kurtulacağını düşünüyordu.

Emrah'la mesajlaşırken amcası aramıştı Güven'i. Babasına ulaşamadığı için kendisini aradığını düşünüp telefonu babasına vermişti.

Böyle olacağını bilseydi hiç verir miydi?

Sürekli kendilerinde kusur arayan amcası, üniversite okumak için onların yanına taşınan abisinin nezarethanede olduğunu söylemek için aramıştı. Uyuşturucu satarken yakalandığını, ve hatta kendisinin de kullandığının kan sonuçlarında çıktığını söylemek için hiç bekleyememişti.

Bunu duyan babası fenalaşmıştı birden. Apar topar hastaneye getirdiklerinde ise kalp krizine benzer bir şey olduğunu ve çok ciddi bir durum olduğunu söyleyerek iyice korkutmuşlardı ailesini.

Şimdiki suçluluk duygusunun sebebi ise, babası uyandığında onun söyledikleriydi. İlk önce abisi hakkında bir gelişme var mı diye sormuş, sonra da kendini suçlamaya başlamıştı.

Okumasını istediği ilk kızının okumak istemediği için genç yaşta kocaya kaçmasının üzerine, ikinci oğlunun da okumaya gittiği şehirde uyuşturucuya bulaşmış olmasını kaldıramamıştı kalbi. 'Ben nasıl bir babayım, çocuk yetiştirmesini bile becerememişim' diye önce hıçkıra hıçkıra ağlamış, sonra da 'en azından sen gözümü kara çıkarmadın' diyerek teselli etmişti kendini.

Güven babasına çok düşkündü ve onu çok severdi.

Ergenliğinde, takıldığı serseri arkadaşlarının gazına gelip bir sürü hata yapmasına rağmen babası bir gün olsun ona kızmamış, her seferinde yaptığının kötü bir şey olduğunu sabırla anlatmaya çalışmıştı.

İki yıl önce okulu yaktığında bile, çıkardığı hasarların hesabını babasından sorduklarında bile sesini yükseltmemişti ona.

Bir sürü borca girerek parayı ödediğine şahit olduğunda akıllanmıştı zaten Güven. Babasına sadece yük olduğunu fark ederek, serseriliği geride bırakmaya ve adam olmaya karar vermişti.

Bunca yaptığı hataya rağmen, babasının nasıl olur da 'en azından gözümü kara çıkarmadın' diyebiliyor aklı almıyordu. Bu güne kadar Güven'in bu aileye hiçbir faydası olmamış, aksine sadece zarar olmuştu.

Uyuşturucu kullanmamıştı belki, ya da evden kaçmamıştı, ama bu Güven'in iyi bir evlat olduğu anlamına gelmezdi ki?

Vicdan azabı çekiyordu. Böyle mükemmel bir adama iyi bir evlat olamadığı için, geçmişte arkadaşlarının gazına gelip yaptığı onca salaklık için vicdan azabı çekiyordu.

Peki ya eşcinsel olduğunu öğrense babası? Hayatına yeni giren, bu kollarında olduğu adam yüzünden artık saklayamayacak raddeye gelse Güven? O zaman ne yapacaktı?

Onu asıl korkutan şey buydu çünkü işte o zaman sonu olurdu bu babasının.

Doktorlar adamın üzülmemesi gerektiğini birçok kez tekrar etmekle beraber, böyle bir şey tekrarlanırsa sonuçlarının daha beter olabileceğini de detaylıca anlatmışlardı.

Ne yapacağını hiç bilmiyordu, ama azıcık da olsa huzurlu hissettiği bu kollardan kurtulmakla başlaması gerektiğini kendisi de biliyordu ama yapamıyordu işte.

Yirmi yıldır ilk defa tadını aldığı bu mutluluk veren duyguyu terk etmek o kadar kolay değildi.

**

FRUITZ -BXBWhere stories live. Discover now