Yirmi

3.6K 350 62
                                    

Yukarı çıkar çıkmaz ilk gördüğümüz kapıdan içeri girdi, ben de onun peşinden girip kapıyı hemen arkamdan kapattım.

"Öğrenciniz olmadığına eminsiniz ama değil mi, hocam? İki kere aynı hatayı yaparsanız sıkıntı olur çünkü."

Masanın arkasına dolanıp büyük koltuğa sakince oturdu. "Güven," dedi uyarır gibi. "Derdin ne senin?"

Niye beni kimse ciddiye almıyordu ulan? Benim öfkem niye kimsede etki etmiyordu?

Yanına doğru adımlarken, "Sana ne amına koyayım," dedim büyük bir öfkeyle. Masasının üzerinde ne var ne yok yere devirmek içimdeki yangını azıcık bile ferahlatmamıştı. Ellerimi aramızdaki boşalan masaya yaslayıp, üzerine doğru eğildim. "Derdimin ne olduğunu öğrenmeyi hak ediyor musun ki sen?"

Ben suratıma bir saniye bakması için geberirken, benim yerime başka birini aramakla mı meşguldü gerçekten?

Ben ortalığı birbirine katarken öylece oturmaya devam etti, dümdüz önüne bakarken istifini bile bozmamıştı. Öfkemi öyle büyük bir sakinlikle karşılıyordu ki, bu beni sadece deli ediyordu.

Çalışma masasının altındaki çekmecelere sağlam bir tekme attım. "Sana diyorum!" diye bağırdım çığlık atar gibi. "Delireceğim ya, duysana beni!"

Kafasını ağır ağır bana çevirip gözlerini tehditkar bir tavırla kıstı. "Asıl ben delirmek üzereyim Güven," dedi sakinliğini korurken, ama fırtınadan önceki sessizlik olduğunu gayet iyi anlatabilmişti bana bu cümlesiyle. Kaşlarıyla hemen arkamda olan kanepeyi gösterdi. "Eğer yapabileceksen otur şuraya, adam gibi konuşalım. Ama dersen ki yok burayı başına yıkmadan benim içim rahat etmez, işte o zaman ben de sinirlenmeye başlarım ve inan bana o zaman senin için hiç iyi olmaz."

Gözlerimin içine bakarak yaptığı uzun konuşma duraksattı beni, bir haftadır bana bu kadar uzun bir süre baktığını hatırlamadığım için afallamıştım.

Seslice yutkunurken oturdum arkamdaki kanepeye. Eğer saçma sapan davranmaya devam edersem sanki beni öldürebilirmiş gibi bakıyordu, riske girmek istemedim o yüzden.

"Güzel, anlaştığımıza sevindim." Arkasına yaslanıp, "Şu yorgunluğun üstüne böyle bir aksiyonu hiç çekemezdim," dedi gerçekten de yorgun olduğunu belli eden gözlerini kırpıştırırken.

Kendime hakim olamayıp, "Çok yormuş seni, belli," diye gereksiz bir yorumda bulundum. O sahneyi zihnimde canlandırmak bile midemi bulandırdı. "Bilseydim, daha fazla yormazdım seni buraya kadar."

Gözlerimin içine ters ters bakmak dışında bir tepki vermemişti Allah'tan. "Niye geldin buraya?"

"Kimdi o birlikte geldiğin çocuk?"

Cidden bu çocuğu benden sonra bulduysa büyük bir tebrik hak ediyordu, daha 4-5 gün öncesine kadar benimle konuşuyordu çünkü.

"Öğrencim değil," dedi imayla, az önce söylediğim şeye gönderme yaparak.

Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.

Neye şaşırıyordum ki bu kadar? Ben kaşınmıştım.

Gitmek için ayaklandığımda, "Otur," diye emir verdi alışık olmadığım otoriter sesiyle. İtaat etmek bana ters bir durumdu aslında, ama o kadar sert bir tavrı vardı ki istemsizce geri oturdum kalktığım yere. Tabi, gitmek istemiyor olmak da gözardı edemediğim ikinci sebebimdi. "Küsüp gitmek sana göre değil diye biliyorum."

Oturduğumu görünce, bu sefer o kalkıp yanıma doğru yürümeye başlamıştı.

"Doğru biliyorsunuz, hocam."

FRUITZ -BXBWhere stories live. Discover now