26.Bölüm: "Size söylemiştim."

15 6 4
                                    

Açık kahverengi saçlı çocuk, tam tamına üç saattir buradan kurtulmaya çalışarak ağlıyordu. Bağıramıyor, çığlık atamıyor, doğru düzgün hareket edemiyordu. Neredeydi bilmiyordu, ellerini duvardaki zincirden çıkaramıyordu. Alnı terliyordu, stresten ve düşünmekten kafayı yiyecekti artık.

Zorlu, stresli, gergin, korkunç ve bilinmezlik içinde geçen üç saat sonunda içeri bir adam girdi. Junkyu ona bakınca delirmiş gibi güldü ve rahatsız edici sesler çıkaran ayakkabısı ile yürüyerek yanına geldi.

"Evet bücür ve zavallı grubundan saf çocuk, nasılsın bakalım?" Diye sordu utanmaz bir şekilde. Çocuğa ağzı bantlı iken soru soruyordu, bu oldukça sinir bozucuydu -Junkyu'nun içinden ana avrat sövdüğüne eminiz şu an.- ve bu durumda hiçbir şey yapamıyordu da.

Her neyse, adam oturduğu yerden kalkıp ağzındaki bandı çıkardı çocuğun. Sonra ise elini, çocuğun çok az da olsa terlemiş alnına koydu, pek ateşi yoktu. Güldü.

"Demek ki daha delirmene çok var." Dediğinde Junkyu bacağına tekme attı. Adam ters ters bakarak, "Rahat dur." dedi sertçe.

"Neden buradayım?" Diye sordu Junkyu. Adam sorusuna göz devirdi ve cevap verdi.

"Çünkü sen ve o küçük saçmalık arkadaş grubun, o bir karış aklınız ile okulumu araştırıyorsunuz, beyler!" Dedi sesini yükselterek. Galiba yeni müdür buydu.

"Ve sen de böyle bir şey yapma gereği duydun?" Dedi Junkyu ise, bu daha çok bir soru gibiydi. Aslında bu soru, bir tuzak soruydu... Tuzak sorunun ardından devam etti ve bu, müdürü sinirden neredeyse kıpkırmızı etti. "Sonuçta okulun içinde kötü şeyler yapmıyorsa, her müdür veya müdür yardımcısı okulun birkaç genç tarafından araştırılmasını önemsemez. Sonuçta birkaç 'bir karış akıllı' grup, ne zarar gelir ki?"

Müdür Suho, bu sözlere karşılık ne diyeceğini bilemedi. Babasının güvenlik her şeyden önemlidir, lafını ne kadar dikkate alırsa alsın bu çocuklar bir şeyler biliyordu, bir şeyler yapabiliyordu. Okulun gizli işlerin veya evrakların olduğu sitesine bile rahatça girip çıkabiliyorlardı, üstelik bunlar kimsesiz çocuklardı ve devletin verdiği 'kimsesiz' maaşları dışında hiçbir gelirleri yoktu! (Belki de o öyle sanıyordu, bir işleri vardı evet.)

Deli gibi sinirlenen adam, "Siz, benim okulumun sitesine girme veya okulu araştırma yetkisine sahip değilsiniz!"

"Siz de kimseyi öldürme yetkisine sahip değilsiniz o zaman."

Bunun üzerine sinirden ve şoktan neredeyse gözü dönecek olan adam, Junkyu'ya sert bir tokat attı. Zavallı çocuğun burnundan kan aktı, onun bunları hak etmediğine emindik...

"Eğer bir kişi bile bunu duyarsa, senden başka bir kişi bile bunu duyarsa senden bilirim tamam mı?" Diye kükredi korkunç görünen adam. Junkyu ürktüğü için bir anlık hafifçe titreyince güldü, hastalıklı gibi sırıttı ve alayımsı bir ses ile devam etti. "Ve senden bilirsem sonun kötü olur, herkes benim arkamda küçük zavallı. Zaten kimsesiz bir çocuğun adının çıkmasını kimse istemez. Bu yüzden rahat durmayı tercih et."

Birkaç dakika boyunca adımları yankılandı bu boş, büyük ve siyah duvarlı bodrumda. Aydınlık olması için ateş yakmamıştı, aksine Junkyu'nun ateşinin çıkması için yapmıştı -sıcaktan bayılmasını falan bekliyordu-, o gerçekten iğrenç bir insandı. Asıl sorun ise burası gerçekten çok fazla sıcaklamaya başlamıştı.

"Anladın değil mi?" Diye kükredi bir anda adam. Dalıp gitmiş çocuk korkuyla titreyince hastalıklı bir kahkaha attı. Cevabını beklerken Junkyu sadece başını sallamak ile yetindi, zavallı çocuk aşırı korkmuştu. Adam, derin bir nefes alarak konuştu.

"Aferin uslu çocuk, görüşürüz. Bence diğerlerinin seni bulmasını beklemelisin fakat o zamana kadar senin ya havale ya da -umarım- sinir krizi geçirmeni umuyorum. İkisi de olursa daha da mutlu olurum." Dedi ve ardına bakmadan rahatça yürüyerek zavallı çocuğu orada bıraktı.

"Ya, madem işin bitti çıkar beni buradan!" Diye çığlık attı Junkyu, fakat hiç ses gelmedi. Gitmişti işte, cani diye buna denirdi.

"Yardım edin!" Diye çığlık attı tekrardan, sıcak onun canını yakmaya başlamıştı.

On beş dakika kadar sonra onun için acı dayanılmaz hale gelmişti, artık yardım çığlıkları atmıyordu, onun yerine artık o iğrenç adama lanetler ve belalar okumaya başlamıştı.

"Tanrı belanı versin senin!" Ses yok...

"Tanrıçalar seni lanetlesin!" Yine ses yok...

"Hatta ikisi de seni lanetlesin Tanrı'nın cezası, vicdansız piç, köpek!"

Hey bir dakika, burada olsaydı bu cümleye alınır gelirdi, bu nasıl bir küfür şekli böyle?

Bu da işe yaramayınca yaklaşık bir yarım saatte kurtulmak için çabaladı ve gram sesini çıkarmadı çocuk.

Yine de arada sırada "Bana yardım edecek kimse yok mu?" diye bağıran ve neredeyse boğazını yırtacak, ses tellerini koparacak Junkyu'ya yardım için kimse gelmedi. Hiç kimse onun sesini duymadı, hiç kimse onun acınası, çaresizlik çığlıklarını işitmedi. Zavallı çocuk kurtulmaya çalıştı fakat olmadı, sesinin duyulması için binbir türlü yol denedi ama hiçbiri fayda etmedi, bir kişi bile sesini duyup yardıma gelmedi. Çünkü zaten iki kişi yukarıda uyuyordu, diğerleri ise ortalarda yoktu.

Kahve saçlarını kahve gözlerinin önünden çekmeye bile çalışmıyordu artık...

Pes etmişti.

Artık buradan kurtuluş olmadığına ve burada öleceğine inanmıştı Junkyu. Artık onu kurtulabileceğine inandıran hiçbir düşünce yoktu, kim gelirse gelsin inancı sıfırlanmıştı artık Junkyu'nun. Oturdu ve en nefret ettiği şey olan ateşi izleye izleye bayılmayı bekledi, ya da o, ölmeyi bekledi. İşte ölümünü izlemek diye buna diyordu insan, dedi içinden kendi kendine. Belki de ölmeyecekti, ama tüm umutları sönmüştü onun, bundan bir geri dönüş yolu yoktu. Zincirleri açıp, kaçabilirsin, deseler kaçmazdı artık, bu belki inattı, belki bir başka bir şey... Kim ne derse desin, galiba buna umutsuzluk deniyordu ama umutsuzluk kelimesinin içinde bile umut vardı. Bu, umutsuzluktan da büyük bir şeydi.

Junkyu, yavaş yavaş gerçek ile halüsinasyonu ayırt edemeyecek duruma gelirken, baygınlık ve aygınlık aradısında şu sözleri duydu,

"Size söylemiştim."














Nasıldı? Beğendiniz mi?

Sizce o sesin sahibi kim? Yoksa kaç bölümdür üyelere zarar veren şey mi?

Bu bölümde Junkyu'nun nerede olduğunu ve ne yaşadığını az-çok öğrenebildik. Peki sizce diğer bölümde ne öğreniriz? (Çok heyecanlı sksjsks.)

Bu bölüm biraz dram oldu sanki, her neyse. Yine kısa oldu, hem uzun hem de heyecanlı bölüm yazamıyorum galiba yaa. 😓

Neyse, ne demiş canım hocam, "Fazla yazmak değil, az ama güzel yazmak daha önemlidir." Bu yüzden eksik olduğumu düşündüğünüz her yeri bana bildirin lütfen, satır arası yorumlar ile.💎🩵🩷✨

Bir dahaki bölümde görüşmek üzere🫠

(942 kelime)

Ormanın Ardındaki Siyah Ev SerisiWhere stories live. Discover now