#Bölüm3

5.7K 268 11
                                    

Tanrım, burayı bırakın öğrencilerin kullanmasını, aklı başında hiç kimsenin buraya adımını bile atacağını sanmıyorum. Hele ki böyle öbek öbek tozlanmış bir ortam, toza alerjisi olan biri için resmen işkence odası gibi bir şey olurdu.

Aklımdan geçenler bunlar olmasına rağmen "Ne oldu burada böyle?" diyebildim sadece.

Liz, o çok sevdiğim gülümsemesini göstererek "Birkaç dönemdir kullanılmıyormuş," diye açıkladı. "Hoca da temizleme görevini bana bahşetmek istedi sanırım."

Laboratuvar bodrum katındaydı ve küçük pencerelerden, az bir şey batmaya başlayan güneş ışığı giriyordu. Işık, bir tiyatronun ışıklandırması gibi, karanlık odada sadece Liz ile benim üzerime vuruyordu. Her zaman olduğu gibi yine muhteşem göründüğünü düşündüm.

Okul tamamen boşalmıştı. Sadece nöbetçi öğretmenler etrafta bir terslik var mı diye kontrol etmeye kalmışlardı. Tabii bir de güvenlik görevlisi vardı. O, zaten okulun güvenliği için geceleri hep burada bulunur ama okulun içine gerekmedikçe girmezdi. Yani şu an burada sadece Liz ve ben vardık.

Bu düşünce karşısında kalbim yine hızlı hızlı atmaya başlamıştı. Yine saçma sapan hayallere dalmaya başlayacağımı anladığımda, hızlıca kafamda oluşan düşünceleri uzaklaştırıp temizliğe odaklandım.

Temizlik boyunca Liz benimle sık sık konuşmaya çalışsa da, ben kısa kısa cevaplar vermeye özen gösteriyor ve yüzüne bakmamaya çalışıyordum. Az önceki düşüncelerimden dolayı yüzümün şu an utançtan kızardığına emindim ve bunu Liz'in görmesine izin veremezdim. O yüzden aramızda olabildiğince mesafe bırakıp işime yönelmeye zorladım kendimi.

°°°

Temizliğin bitmesine çok az kalmıştı. Sadece birkaç koliyi daha yerleştirdikten sonra labaratuvarı kitleyecek, anahtarları hocanın dolabına bırakacak ve eve gidecektik.

Yerden bir kutu daha almak için eğilmiştim ki, bir anda omuzlarımda bir ağırlık hissettim. Liz beni kendine doğru çevirdi ve ayağa kalkmama yardımcı oldu.

"Neyin var senin? Buraya geldiğimizden beri çok sessizsin. Canını sıkan bir şey mi var?" diye saydırdı bir anda hepsini.

"H-hiç bir şey yok Liz," diye kekeledim istemeden. Kendimi çekmeye çalıştıkça daha da bastırıyordu. "Ciddiyim, rahat bırak beni."

Omuzlarımı ellerinden kurtarmak için yana doğru hızlı bir hamle yapayım derken, elimdeki cam tüp dolu kutuyu yere düşürdüm ve her biri, büyük bir gürültüyle parçalanıp etrafa dağıldı.

"Off," diye yüksek sesle iç geçirdim.

Ben eğilince, Liz de benimle eğilip kırıkları toplamaya yeltendi.

"Sen dokunma!" dedim hemen. "Süpürgeyi getirsen yeter bana."

Sesim istemsizce sinirli çıkmıştı ve Liz de dediğimi ikiletmeyip ayağa kalktı. Oysa sadece elini kesme ihtimalinden korkmuştum.

O, kapının dışından süpürgeyi getirmeye giderken ben de yerdeki kırık cam parçalarını toplamaya devam ediyordum.

"Ah!"

Bir anda, cam anlayamadığım bir şekilde derime gömülmüştü ve beklediğimden daha fazla kan akmaya başlamıştı kesilen yerden.

Liz hızlı bir şekilde yanımda bitti ve elimi iki avucunun içine alarak "Çok kanıyor Mei, hemen revire gidelim!" diye bağırdı. Fazla telaşlanmıştı.

"Önemli değil Liz," dedim onu sakinleştirmeye çalışarak. "Gerçekten, hiç acımıyor."

Bunu söylememe rağmen o elimi bırakmamış ve avucumun üzerine eğilmişti.

Elime, yavaşça ıslak bir sıvının yayıldığını hissettim az bir süre sonra. Düşündüğümün aksine bu ıslaklık elime yayılan kandan kaynaklanmıyordu. Liz... ağlıyordu.

Vazgeçmek YokWhere stories live. Discover now