#Bölüm30

2.5K 148 22
                                    

"Çok acırsa söyle tamam mı?"

Elimdeki dikişleri alan hemşireye gülümseyip kafamı salladım. Gerçekten acımıştı ama yüzümü buruşturmaktan başka hiçbir tepki vermedim.

Kapıda bekleyen anneme baktım. Kavgamızın üzerinden neredeyse iki ay geçmişti ama hâlâ aramız bok gibiydi. Liz ile gizli gizli görüştüğümüzü fark ettiğinde ise Liz'in cezasının aynısını ben de aldım. Beni okula götürüp getiriyor ve kapıyı üstüme kitliyordu. Kendimi kafese kapatılan bir kuş gibi hissediyordum. Gökyüzüme, Liz'ime kavuşmam engelleniyordu. Bütün günümü dört duvar arasında geçiriyordum. En katlanılmaz olanı ise iki haftadır Liz'i göremiyor oluşumdu.

Ne kadar obur bir insan olsam da inadım tutmuştu ve bariz bir şekilde kilo vermiştim. Fakat fark ediyordum ki annemin de gün geçtikçe yüzü soluyordu. O gün beni öyle ittirdiği için benden özür dilemişti. Hiçbir şey söylemeden odama gittiğim için de benim ukala, küçük bir kız olduğumu ve boyumdan büyük işler yaptığımı söylemişti. Böyle böyle aramız daha da açılmıştı işte.

Şimdi de kendisini kan tuttuğu için beni kapıda bekliyordu. Buradan çıktığımızda beni okula bırakıp işe gidecekti.

°°°

Masrafları ödeyip hastaneden çıktık. Beni okulun önüne getirdiğinde kederle iç çektim. Tam iki aydır Liz'siz bulunuyordum bu iğrenç yerde. Derin bir nefes aldım ve hiçbir şey söylemeden indim arabadan. Annem de anında gaza basıp uzaklaştı.

•••

Sınıfın kapısından girdiğimde, masamın yanında, kollarını kendine sarmış bekleyen Anna'yı gördüm.

"İşte başlıyoruz," diye fısıldafım yavaşça.

Çantamı sıraya bırakır bırakmaz beni tuttu ve okulun en sakin yeri olan çatıya çıkardı.
Çatıya çıkmamla anıların beynimi işgal etmesi bir oldu. Önce Anna'nın bana ilan-ı aşk ettiği an geldi aklıma, hafif tebessüm ettim. Yaşanılan onca şeye rağmen iki arkadaş kalabilmemiz gerçekten mutluluk vericiydi.

Sonra kendimi Liz ile konuştuğumuz alana sürükledim. Trabzanlara elimi sürterken Liz'e, "Bu dünyadaki hiçbir kimse ve hiçbir şey beni senden vazgeçiremez. Öyle bir şey olacağına, bu çatıdan kendimi aşağıya bırakırım daha iyi," deyişimi hatırladım.

O zaman bana nasıl da kızmıştı. Dediğim gibi, ondan vazgeçemiyordum. Kendimden vazgeçerdim, yine de ondan vazgeçmezdim.

"Neden dün terapiye gitmedin?"

Anna'nın yarı sinirli sesiyle arkamı dönüp yüzüne baktım.

"Sana da günaydın."

"Konuyu değiştirme, Mei. Neden dün terapiye gitmedin?"

Bu sefer sesi daha da sert çıkmıştı.

"Bir daha gitmeyeceğimi söylemiştim."

"Mei durumunun ne kadar kritik olduğunun farkında mısın? Ne demek bir daha gitmeyeceğim!"

"Bağırmayı kes, Anna! Ben şizofren değilim tamam mı? Ah pardon, paranoid şizofreni!" 

Anna'ya bağırma dememe rağmen ben fena halde bağırmıştım. Yeniden konuşmaya başladığında sesi daha alçaktı.

"Mei ben de öyle olmadığını inanıyorum ancak sana bu teşhis konuldu. Git ve onlara bunun yanlış olduğunu göster," dedi yanıma gelip omzumu tutarak.

Omzumdaki elini ittirip sinirle gözlerine baktım. Bir buçuk hafta önceki terapimde doktor bana Paranoid Şizofreni teşhisini koymuştu. Gördüğüm halüsinasyonların sebebinin bu olduğunu söylemişti. Bu rahatsızlık kişilerde uzun süreli devam edebileceği gibi, aralıklarla da yaşanabilirmiş. Benimkisi 'arada sırada'yı çoktan geçmişti

Vazgeçmek YokHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin