6.Bölüm

61.3K 2.1K 42
                                    

Evett ! Yeni bölüm sizlerle benim yazarken içim gitti valla çok eğlendiim yazarken :) Umarım hoşunuza gider Keyifli okumalar... Yorumlarınızı ve oylarınızı eksik etmeyin. Multimediada yeni karakterimiz Efe var.

6.BÖLÜM

Sabah ilk uyanan Dolunay olmuştu. Sabah dediğime bakmayın öğlen olmuştu. Haylaz paşa Eymen gece üç kez uyanmıştı. Dolunay odasından çıkmayıp, umursamamaya çalışsa da bebek ağlarken uyuması çok zordu. Mecburen İstanbul'un yanına gidip ilgilenmişti Eymenle. O uykulu halde sadece yanlarında öylece durmuş, hiç bir şey yapmamıştı aslında.

Bir de insanlar evlilik işine olumlu yaklaşırsın diyorlardı. Nerede? Her gece böyle uykusuz kalacaksa, evliliği bir on yıl daha düşünmeyecekti. Bebek yüzünden uykusuz kalmaktansa başka şeyler yüzünden uykusuz kalmayı tercih ederdi açıkçası.

Eymen'in son uyanışı, saat dokuz civarın da olmuştu. Ama yaramazımız ağlamaktan yorgun düşmüş ve uykuya yenilmişti. İstanbul ile güzel bir uykuya dalmıştı minik adam. Böylelikle Dolunay'da gece alamadığı uykusunu almak için yatağına dönmüştü.

Şimdi öğlen olmuştu ve hala evde çıt çıkmıyordu. Ses yapmamaya dikkat ederek İstanbul'un odasına girdi Dolunay. İkisi de huzur içinde uyuyordu. Bu haylaz çocuk uyurken ne kadar masum ve sakin oluyordu böyle. Bir de sıpanın yanında yatan güzeller güzeline gözü kaymıştı.

İstanbul ile ilk tanıştıkların da Meriç'in düğünündeydiler. O günden bu yana hiç değişmemişti İstanbul. Hala aynıydı, güzelliği yerli yerin de duruyordu. Düğünden sonra uzun bir süre boyunca görmemişlerdi birbirlerini.

Ta ki Eymen doğuncaya kadar. Meriç'in hamileliğinde yine yanında İstanbul vardı. Doğumun da ve sonrasında da arkadaşının yanındaydı. Dolunay yeğeninin doğmasıyla daha sık Meriçlere uğrar olmuştu. Ama ayda yılda bir İstanbulla denk geliyorlardı. Yıl içerisinde yapılan ailevi yemeklere çağırılırdı İstanbul, çoğuna da katılmaya çalışırdı. İstanbul ile ancak böyle şeylerle denk geliyorlardı.

Ki bu yemekler çok sıkça olmuyordu olsa da İstanbul'un katılamadıkları ya da Dolunay'ın katılamadığı çok yemek vardı. Dolunay'ın İstanbul'la rast geldiği yemekler olsa da İstanbul ve Dolunay bir araya gelip çok fazla bir şey konuşamazdı. Erkekler bir yere geçer işten güçten bahseder kahvelerini içerler ve Tuna amcanın eski anılarıyla eğlenirlerdi. Hanımlar ise bahçeye kurulup dedikodunun dibine vurur, minik yaramazla oynar veya Dolunay'a kız bakılır ya da İstanbul'a iyi bir çocuk. Bu evde toplanmalar en çok Tunç ve Dolunay'a yaramıştı ikisi de iyi, iki yakın arkadaş olmuşlardı birbirlerine. Evde erkek erkeğe muhabbetten sonra ellerine hangi oyun geçerse -kaç yaşına gelmişlerdi hala oyun peşindeydiler- onu oynayıp, eğlenceli saatler geçirirlerdi. Meriç'te onların bu haline şaşırıp kalırdı. Ağabeyinin kocasıyla iyi anlaşacağını düşünmüştü aslında ama bu kadarını da beklememişti doğrusu.

İstanbul Mine teyze ve Tuna amcayı çok seviyordu. Tabii onlarda İstanbul için aynı şeyleri hissediyorlardı. Ne de olsa üniversite yıllarını hep onların evinde geçirmişti. İstanbul'u kızları gibi sevmişler ve üçüncü çocukları olarak benimsemişlerdi. Aynı şekilde İstanbul'da onları ikinci bir aile olarak görüyordu. Kardeşi yoktu, annesi ölmüştü, babasıyla ne kadar bağlarını kopartmamaya çalışsalar da yine de uzaktaydı işte babası.

Meriç evlenince bir başlarına kalan çifte çok uğrayamaz olmuştu İstanbul. Hem hoşlandığı adamla karşılaşma olasılığının olması onu heyecanlandırıyor hem de korkutuyordu. Çünkü o Meriç'in ağabeyi, Mine ve Tuna çiftinin biricik oğullarıydı. Eh Mine teyze az kız bakmamıştı İstanbul'un yanında Dolunay için. O da böylelikle sadece işlerine yoğunlaşmayı tercih etmişti.

Minik ÇöpçatanWhere stories live. Discover now