I. Bölüm

195 17 16
                                    

Her başımı yastığa koyuşumda birilerini düşünüyordum. Kalbimde bir iz çıkartanlar ve biri geçmeden diğerini ekleyenler. Tabi hepsiyle birer anım vardı. Birisinin karşısında heyecandan duramayıp her kelimemi kekelemem. Birisi için istenilenden daha erken uyanmam. Ben onun için en kıymetlimden vazgeçiyordum. Uykumdan... Ancak o, hiçbir zaman bunun kıymetini anlayamayacak. Tabi onları düşünürken kulaklığımda bana eşlik eden şarkılar. Bunun tadı çok başka oluyordu. Aklımın üzerine adeta bir köprü kuranlar, bana tüm şarkıların benim için yazıldığı hissini veriyordu. Kafam çok karışık idi, kalbim de öyle. Hatta öyle ki kendimi bu yüzden edebiyatın şefkatli kollarına bıraktım. Duygularımı, düşüncelerimi yazdığım şiirlerle belirtiyordum. Ve kalbimde iz bırakan herkes şiirlerimde birer dizeydi, kafiyeydi.

Doğduğumdan bu yana bana hiçbir zaman masal anlatılmadı. Sanki ben farklı bir dünyadan gelmişim gibi. Yani o zaman da bunları düşünüyordum. İzlediğim dizilerde anneler her zaman çocuklarına masallar anlatırdı. Bundan dolayı içten içe kızıyordum anneme. Ancak başımı her yastığa koyuşumda annemin yanağıma tam da istediğim gibi ıslak bir öpücük kondurması günün tüm kızgınlığını alıp götürüyordu. Zaten masallar benim neyime? Ben küçükken de realisttim. Masalları hep aptalca bulurdum. Halen de öyleler. Ancak televizyoncuların bize aktardığı şey, özenmemize sebep oluyordu. Prensin birinin gelip bir prensesi öpücüğüyle uyandırması inanılmaz görünüyordu. Ondan sonra zaten sadece prensesimi düşünerek uyuyordum. Prenses olarak yastığımı öpmem biraz garipti. Ancak inanılmaz hayal gücümle Angelina Jolie'yi bile öpebiliyordum. Küçük dostlarım sevgilileriyle öpüşme maceralarını anlatırken benim aklıma hep bu gelirdi. Daha sonra yüzüme düşen aptalca gülümseme aklıma geldikçe halen gülüyorum. Allah'ım ne kadar da aptalmışım!

Herkesin vardır böyle hikâyeleri. İnkâr edenler vardır. Çünkü bana sorulduğunda her zaman inkâr ederdim böyle şeyleri. Gel gelelim bugüne. Bugünler öyle garip ki benim için. Hiç hissetmediğim duyguları yaşıyorum. Ben bir aşk filmini izlerken hiçbir zaman gözlerimin dolduğunu hatırlamıyorum. Dediğim gibi, bugünler çok garip. Daha önce bir kez seyrettiğim bir filmi yarısında kapatmışken, bir kez daha izleyince gerçekten bende bir değişiklik olduğunu anladım. Gözlerimin dolduğunu söyleyebilirim. Artık o kadar o kadar ezmişlerdi ki bu kalbi, anasını bellediler tabiri caizse. Artık kalbim de ne yapacağını şaşırdı sanırım. Kimi görse bağlanmak istiyor. Biraz beni düşünsene be! Acı çeken ben oluyorum ne de olsa.

İsmim Barış Ozan. Savaşın ve faşizmin ortasındayken bir umutla koymuşlar ismimi. Bundan dolayı her zaman "Barışçı" olmam gerekirmiş. Aslında beni tanıyanlar ismimin "Savaş" olmasının gerektiğini söylüyorlar. Onlar hep söylerler zaten. Başka bir iş de yapmazlar. Sadece sizin keyfinizi kaçıracaklardır. Zaten onlara ne yaşadığımızı anlatamayız. Gerçi anlatsak da anlamazlar. Evet, ismim Ozan. Yarın bizim için büyük bir gün. Babam artık tekel işini bırakmak istiyor. Bir iş buldu. Az bir maaşı var. Ancak helal iki lira haram üç liradan fazladır derler. Artık sırtımızı Allah'a dayadık ve kaderin bizi götürdüğü yere gideceğiz. Yine başımı yastığa koydum. Gözlerimi kapattığımda sadece yarın bizi nelerin beklediğini düşündüm. Cebimde daha az harçlık beni üzüyordu. Zaten fikirlerimi aşkı yaşamak konusunda bir engel olarak görüyordum. Şimdi az para ile çok vicdan arasında kalmak bendeki aşkı bitirecekti. Hayır, ben aşkı beceremiyordum. Böyle olması beni kahretse de gerçeğin ta kendisiydi hayat. Elbette hayatta aşktan daha gerçek şeyler var. Ancak benim başıma gelen en büyük imtihan aşktı şu ana kadar. Daha büyüğünü Allah yaşatmasın. İnsanların gözlerinden akanlar gözyaşları değil, duygularıdır. Bunu büyüyünce anladım. Kendimle baş başa kalmaya başladıkça kendimi daha iyi tanıyordum.

Ertesi öğle annem beni uyandırdı. "Hadi oğlum eşyaları taşımamıza yardım et." dedi elleriyle yüzümü okşayarak. O kadar şefkatliydi ki, ikiletmeden ayağa kalktım. Kahvaltım hazırdı. Ekmek, nutella ve çay. Nutella yerken daha bir modern hissediyordum kendimi. Dedim ya, televizyon öyle aşıladı bizlere. Annem nasıl istediğimi bildiği için dilimlerdi ekmeğimi her sabah, her gün. Arkadaşım Cihat'ı çağırıp eşya konusunda yardımcı olmasını istedim. O da kırmadan geldi, sağolsun. Evimizi ayrı bir semte taşımıyorduk. İki ev arasındaki mesafe yüz metre olsa gerek. İşte mahalleden tüm çocukları topladık. Ekmek arası ve kola ile eşyaları akşama kadar hallettik. Babam bu işleri iyi bilirdi. Yirmi yıllık esnaf sonuçta. Yarım ekmek ve kola mahallede büyümüş çocuklar için müthiş bir şeydir. Belki yeni nesil bunu bilmez ama bu böyledir.

En yakın arkadaşım Cihat. Yaz boyu her gece beraber takılırdık. Benden kendisinin en yakın arkadaşlarından biri olan Damla'yı işletmemi istedi. Ben bunu işletmek değil de tanışmak için konuşmak istediğimi söyledim.

"Ya kanka gel işte, işletelim Damla'yı. Hem kanka bak istersen sana ayarlarız." diyordu bana sarılarak.

"Kanka siktir et. Ne gerek var böyle şeylere." diye tersledim onu haklı sebepten ötürü.

"Ya oğlum ya! Hep böyle yapıyorsun bana." diye trip atıp kollarını bağladı. İlkokul tabiriyle çiçek oldu.

"Ya tamam ver." diye aldım telefonu ve numarayı çevirdim. Genelde bu trip atmalara alışkındım. Abi bir erkek başka bir erkeğe nasıl trip atar, aklım almıyor. Ne zaman bir tartışmaya girecek olursak o daima kazanırdı. Bu durum beni rahatsız etmiyordu aslında. Çünkü şair kimliğime büründüğüm anda, Dünyalara sataşabilirdim.

"... , ... , ... , Alo?" diye açtı telefonu Damla. Sesi çok hoştu. Anında hoşlandım tabi ben. Ama kısa sürdü tabi. Demiştim kalbim ne yaptığını bilmiyor diye.

"Merhaba. Damla ile mi görüşüyorum ben?" diye sesimi incelttim. Ozan, Kibar Feyzo olmuştu. Çok kibardım. Beni bir kızla konuşurken kameraya çekseler kendimi tanıyamayacaktım neredeyse.

"Evet, siz kimsiniz?" dedi o tatlı sesiyle.

"Ben mi?" dedim bir anda ikilemde kalarak. Kim olduğumu söylemek saçma olurdu. Dolayısıyla kendime bir takma ad koymam gerekirdi. Ben de izlediğim bir dizideki karakterin kendisine taktığı lakabı seçtim.

"Evet."

"Ben... Heisenberg." dedim esrarengiz bir hava oluşturarak. O gün tam yirmi dakika boyunca konuştuk. Daha sonra konuşmayı yarıda keserek kapattı.

Hayat gerçekten çok garip. Bir kere insan ne istediğini bilmiyor. Ya da aldığı bir nimetten dolayı şükredeceğine daha fazlasını istiyor. Zaten sağlığı yerinde olan birinin şükretmesi gereken, gerçekten çok şey var. Aşk... Hayatımızda yaşayabileceğimiz en güzel şey. Sadece bir kez aşık olmaya inandığım için daha önce yaşadığım her şeyin bir heves olduğunu anladım. Aşkı yaşayacaktım. Ancak okuduğum hikayelere göre sadece zaman, aşkın gerçek anlamını bilebilir. Ve ben gerçek aşkı akışına bırakıyordum. Belki de bir âmâ bulacaktı beni.

"Onlar anlatsan da anlamazlar, Bir anlam da yüklemezler.
Çıldırdığını düşünürler, O büyük düşünürler."

-SAGOPA KAJMER

Ozan-ı BedbahtWhere stories live. Discover now