X. Bölüm

27 7 0
                                    

"Ağladım, gözyaşlarım döndü denize.
  Ben derdimi kimseye söyleyemedim."
                - Ahmet Kaya

İki buçuk yılımı sıkıntılarımla birlikte bitirmiştim. Bitirmiştim derken gerçek anlamda. Sıkıntılar hâlen devam ediyordu yani. Okuldan ayrılır ayrılmaz hedeflerimi değiştirdim. Aktör olmak falan artık aklımın ucundan geçmiyordu. Yani zaten ben bir oyuncuydum. Hani hayat bir oyundur derler ya, o bakımdan. Kendi yazdığım tiyatroda kendim oynuyordum. Ve oyunum birkaç basit figüran yüzünden tekrar çekilmek zorunda kalıyordu. Ben bir yazarım, şairim. Cümle mühendisiyim yani. Yürek işçisiyim. Ve işçisiz bir yürek işe yaramıyordu. Hikâye yazıyordum. Beğeniliyordu. Beğenilir tabi. Çünkü en güzel hikâyeler, en çok kırılmış yüreklerden çıkar...

Hani hep derim ya, insanları iyi tanırım.
Yanlış...
Insanları tanıyamazsın, hissedersin.
Ah, hayıflanırım hep geceleri yorganımın altında.
Keşke hissedebilsem seni.
Keşke adımı kalbine kazıyabilsem.
Hiç titremeden kalbim,
Seninle yan yana yürüyebilsem.
Şiirlerimi okusam sana,
Arayıp da bulsan kendini,
Sonra kocaman sevinsen karşımda.
Ah, ne çok isterim bilmezsin.
Fotoğrafını çeksem işte bu anın.
Işte bu anın,
Bana en güzel şiir olduğunu bilmezsin...

Evde kaldığım süre içerisinde birçok kitap bitirdim. Bir ayda yaklaşık on kitap bitirdim. On hikâye dinledim. Olaylar inceledim. Anılarım depreşti. Çok düşünüp, az konuştum yani. Olaydan önce sosyal medyada çok aktif olup, her gün fotoğraf paylaşan ben, şimdi bir şeyler paylaşamaz oldum.  Yahu düşünüyordum kendi kendime "Ulan ne güzel evde tek başımayım işte. Zaten okula gitmek istemiyordum. E, işte gitmiyorum da." Ama sonra evde daha da yalnız olduğumu hissediyordum. Hayatım, okul olduğunda da aynıydı. Ama en azından ara sıra eğlenceli oluyordu. Ama şimdi, sabah uyan, kitap oku, film izle ve yat. Tüm günüm böyle geçiyordu. O derece berbat ve sıkıcı. İnanamıyorum kendime ama ben okulu özledim.

Evde sıkıntıdan patlıyordum. Yani aptal gibi evden dışarı çıkmamazlık yapmıyordum. Depresyonda falan da değildim. Ama insanın canı sıkılıyor. Zaten kendisini boş bulduğum anda Cihat'la takılıyordum. Zaten okula gitmemek sıkıntı  değildi. Ama içimdeki sorumluluk duygusu, beni rahat ettirmiyordu. Hayatımı hep düşlediğimde midem kaskatı bir hâl alıyordu. Ben rahat edemiyor bir şeyler yapmak istiyordum. Öyle babamdan aldığım harçlıklarla, babama yük olmak istemiyordum. Bir aylık süreçte okul kapanıp, tekrar başladı. Müdür bana belgemi verdi. Belge almak biraz rahatlattı içimi. En azından ailem biraz mutlu olmuştu.  Onların mutluluğu benim huzurumdu...

"Hayattaki en büyük hata, Bir kere yaptığı hatayı tekrarlamaktır.
İkinci büyük hata ise,
Hata yaptığını kabul etmemektir."

Sabahın on birinde uyandım. Aslında uyandırıldım. Beni uyandıran şey ise kahkaha sesleriydi. Kadınlar, bizim eve toplanmış, dedikodu yaparak birbirinden değişik kahkahalar atıyorlardı. Uyandığımda elimi yüzüme vurup bir Of! çektim. Sonra yatağımdan kalkıp, altıma bir pijama giydim. Banyoya gidip, ellerimi, yüzümü yıkadıktan sonra salona, yengemlerin yanına geçtim. Onların gülüşlerini hiç sevmiyordum ama yanlarına gitmemek de ayıp olurdu.

"Selamun Aleyküm, hoşgeldiniz." diyerek girdim içeriye.

"Aleyküm selam. Hoşbulduk Baro." dediler hepsi birden, gülerek.

Hepsinin elini öpüp, dayımın oğlunun yanına oturdum. Bir de yanağımı siliyordum. Islak öpücüklerinden dolayı yanağım yapış yapış olmuştu. Dayımın oğlu, Bahattin Abi. Adam gibi adamdır. Hasta Galatasaraylı. İyi bir devrimci. İyi bir insan. Güzel de futbol oynar. Severim kendisini yani. O da beni sever galiba. Galiba diyorum. Çünkü bilmiyorum. Adamın birine sorarlar "Sevmek mi daha güzeldir yoksa sevilmek mi?" diye. Adam da cevap verir: "Sevmek. Çünkü sevildiğinden asla emin olamazsın." diye. O manada yani. Ama sever ya Bahattin Abi beni.

Ozan-ı BedbahtWhere stories live. Discover now